“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri”
Bazı hikayeler şehre birinin gelmesiyle bazıları da şehirden birinin ayrılmasıyla başlar. Yaşamın Kıyısında ise, yapayalnız kalmış bir adamın yıllar sonra bıraktığı geçmişine dönmek zorunda kalmasını ele alır ve hikâye seyirciye aktarılır. Kenneth Lonergan yönetmenliğinde 2016 yılında seyirciyle buluşmuş olan filmimiz, tüm geçmişini geride bırakmaya çalışan bir adamın, geçmişine dönerek, arkasında bırakmaya çalıştığı yaralarını sarma çabasını anlatır.
Abisinin ölümünü öğrenen Li, babasını kaybeden yeğeninin bakımını üstlenmek için hayatının büyük bir parçasını kaplayan kasabaya döner. Bu kasaba, Li’nin çocuklarını, evini, yuvasını ve kurduğu ailesini kaybettiği kasabadır.
Filmde geriye dönüş yöntemiyle Li karakterinin geçmişi seyirciye aktarılır. Kendi dikkatsizliği ile çocuklarını bir yangında kaybeden Li, eşinden boşanmış, evini, ailesini, kendisini ve onu hayata tutan her şeyi kaybetmiş bir adamdır. Zamanla hayatına devam etmeye çalışan, yalnız ve duygusuz bir adama dönüşmüştür. Geriye dönüş yöntemiyle yönetmen bizlere Li’nin bulunduğu psikolojinin ne denli yoğun acılar sonucu olduğunu gösterir:
Suzi: Baba?
Li : Evet tatlım.
Suzi : Yandığımızı görmüyor musun?
Li : Hayır tatlım. Yanmıyorsun.
Li’nin acıyla olan savaşı hayatın akışıyla harmanlanmıştır. Yaşamın Kıyısında filmi, izleyiciye hayatın insanın başına ne gelirse gelsin günlerin geçeceğini anlatır. Li yaşadıklarını anlatamamış bir adamken, vicdan azabı çekerek hayatına devam etmek zorundadır. Li hayata ne kadar devam etmeye çalışsa da, yaşadığı acının ağırlığı, her adımda onu takip etmektedir; Li insanlara karşı tahammülsüz, soğuk bir adama dönüşmüştür Kendini suçlamaya, kendini kaybetmeye ve düşüncelerinde boğulmaya devam eden karakter, bir yandan da birçok işte çalışmaya ve hayata tutunmaya çalışmaktadır. Hayat onu beklemez; para kazanmak, geçinebilmek ve bir yandan kendisini meşgul etmek zorundadır.
Kendisini dış dünyaya kapatmış olsa da, babasını kaybeden yeğenine bakacak kimse olmadığından Li, tüm yükü sırtlanmak zorunda kalır. İki karakterin de yalnızlığı ve kendi içlerinde kimsesiz oluşları, birbirlerine güvenerek ve dayanarak zaman içinde yerini bir dostluğa bırakır.
Abisinin ölümüyle ona yüklenen sorumluluk onu biraz da olsa hayata döndürür. Yeğeni Patrik’e bir baba olmak zorunda kalırken, Patrik, Li’ye geçmişini, baba olmayı ve bir insan için endişe etmeyi, onun iyiliğini istemeyi ve bir insana sahip çıkma dürtüsünü anımsatır.
Patrik ve Li’nin arasındaki bağ kuvvetlenir; yaşadıkları kayıpların acılarını birbirlerinde sararlar. Bu açıdan film, her ne kadar acının sıradanlığından ve izi kalacak yaralardan bahsetse de ümit dolu bir yaklaşımı da gözler önüne serer. Ne Li ne de Patrik kaybettiklerine kavuşabilecektir, fakat iki karakterin aralarında kurdukları bağ paylaşılan acının ve dostluklarının bir parçasıdır. İkisinin de hayatında yeri dolmayacak boşluklar olsa da, paylaşabildikleri sessizlikte bu boşluk, bir nebze de olsa dolmaya başlamıştır.
Lonergan’ın kaleminden Yaşamın Kıyısında filmi, insana acının sıradanlığını ve hayatın kimse için durmayacağını bir kez daha öğreten, son yılların en önemli dram yapımlarından biri olarak sinema tarihine kazınmıştır.
“Ormanda yolunu yitirmiş çocuklar gibi terk edilmişlik içerisindeyiz. Önümde durup bana baktığında, ne sen benim içimdeki acıları anlayabiliyorsun, ne de ben seninkileri. Ve senin önünde kendimi yere atsam, ağlasam ve anlatsam bile, biri sana cehennemi sıcak ve korkunçtur diye anlattığında cehennem hakkında ne bilebilirsen, benim hakkımda da ancak o kadarını bilebilirsin…” Franz Kafka