TÖLÖMÜŞ OKEYEV
Büyük adamları büyük yapan nedir? Hangi şartlardan geçerek zirveye tırmandılar, bize bıraktıkları miras nedir, hep merak etmişizdir. Burada öncelikle Türk Dünyası Sineması içinde çok önemli bir yeri olan Tölömüş Okeyev’in doğduğu ve yetiştiği iklime dikkatinizi çekmek istiyorum.
Türkistan’da ve sadece Aytmatov’un değil “Tölömüş’ün ülkesi Kırgızistan”da sinema nasıl gelişti, bu sinemada Tölömüş Okeyev’in etkisi ve mirası nedir? Eserlerine ve fikirlerine bu açıdan yaklaşarak büyük yönetmeni dilim döndüğünce anlatmak istiyorum.
Tölömüş Okeyev, 1935 yılında Issık-Köl bölgesinde Bokonbayevo köyünde doğdu. O, her zaman muhteşem bir tabiat içinde büyüdüğünü söylerdi. Yetiştiği bölgede söylenen Kırgız şarkıları, yaşadığı Kırgız hayatı, ilk aldığı intibalardır.
Beş altı yaşındayken -ikinci dünya savaşı zamanında- çobanlık yapıyordu. At yoktu ve o inek üzerinde sabahtan akşama kadar bu işi yapıyordu. Bunu “Çocukluğumuzun Gökyüzü” isimli filmde işlemişti. Aynı zamanda okuyor ve çalışıyordu. O filmde, gördüğü hatırladığı birçok şey var. Bu filmin senaryosunun başkası yazdı ama ön çalışmada adeta bir albüm gibi her sahneyi çizmişti.
Sonra Bişkek’e okumaya gitti ve orada kaldı. Böylelikle Sovyet kültürüyle tanıştı, öğrenmeye başladı. Ardından Leningrad’a okumaya gitti. Oradaki sanat eserleri ve sanatçılarla tanıştı.
O halktan çıkan bir insandı ama hem de tüm uygarlığın kültürüne ulaşmak arzusundaydı. Ayrıca kendi kültürüne başka bir bakış açısıyla bakabiliyordu.
1958’de LIKI’yi (Leningrad Sinema Okulunu) bitirdi. Önce ses teknisyeni olarak okudu ve birkaç filmde çalıştı. Mezuniyetinin hemen sonrası ses teknisyeni olarak Kırgızfilm’de görev aldı.
Arayış içinde bir sanatçı oluşu başka ufuklara onu ulaştırdı. Onun ifade tutkusu genişti. Fikirleri sadece o meslek çapında sınırlı değildi. Bu yüzden senaryo eğitimi için Moskova’ya senaryo ve yönetim kurslarına girdi. 1966 yılında Moskova’ya senaryo eğitimi almaya girmesiyle film yönetmenliğine ilk adımı atmış oldu.
Mezuniyet işiyle de çok dikkat çekti. Bu iş bir belgeseldi ve atları konu ediyordu. O ufacık kısa filmin içinde dramatik bir kurguyla işledi konuyu. Bu, doğumundan ölümüne bir atın hayatı idi. Bu konuyu hayata çok derin bir bakışla sunuyordu. Bu da çok dikkat çekti.
Bundan sonra başka filmler geldi. Böylelikle “Ateşe Tapınmak”, “Ulan”, “Çocukluğumuzun Gökyüzü”, “Kurt Sultanı” gibi anıtsal işlere yönetmen olarak imza attı.
Filmlerinde vatanın doğal güzelliklerinden salt tasvir amacıyla yararlanmadı. Doğa ve insan hem birlikteliğin hem çatışmanın figürleri olarak yer aldılar onun anlatımında.
Sovietskaya Kırgızya isimli bir sinema dergisi çıkardı ve Bişkek’te bir tiyatro oyunu sahneye koydu. Tiyatro oyununu bir deneme olarak yapmış ama memnun kalmamıştı.
Hep yönetmen olmayı amaç edinmişti ama çok yönlü biriydi. Her işte en iyi olmayı amaçlardı ve başarılı bir şekilde yapmayı isterdi. Onun sanatçı kişiliği en çok sinema yönetmenliğinde kendini gösterir.
Gerçekten filmlerinde müziğinden kurgusuna tüm sanatlara tutkuyla bağlı bir sanatçının duyarlılığı sezilir.
Okeyev, bağımsızlık sonrası Kırgızistan’ın ilk Türkiye büyükelçisi idi. Sanatçı diplomatların mükemmel bir örneği oldu. Büyükelçiliği sırasında ilgili herkese yardımcı oldu. Doğru adresler, doğru isimler verdi. Kırgızistan’ı o kadar iyi tanıyordu ki hangi konuda kime müracaat edileceğini çok iyi biliyordu; özellikle sanat, kültür söz konusu olduğunda. Ankara’da, 2011 yılında vefatına dek Türkiye’de yaşamıştır.
Tölömüş Okeyev, filmlerinde işlediği temalar, tarihî ve çağdaş şuur ve sinema dilindeki özgün yaklaşımıyla Türk Dünyası sinemasında temsil niteliğinde bir konuma sahiptir. Tölömüş Okeyev’in yarattığı eserler Kırgız halkının yaşamının özellikleri ile iç içe geçmiş şekilde Kırgız halkının milli bilincinin derinliğini anlatır.
İlk filmi Çocukluğumuzun Gökyüzü kırsalda yaşayan ve bütün çocukları kente göçmüş yaşlı bir at bakıcısının, son oğlunu dağlarda tutma ve ona at çobanlığını öğretme gayretini anlatan hüzünlü bir hikâyedir.
Kurt Sultanı, hayvanlar arasındaki hayatta kalma mücadelesinin, insanlar arasında da söz konusu olduğunu şiirsel bir dille yansıtır.
Ulaşılması neredeyse imkânsız bir aşkı işleyen Kızıl Elma ise sembolik anlatımıyla ulaşılması bir mefkûreye dönüşen “Kızılelma” fikriyatına göndermede bulunur.
Ulan Rüzgârı, yine güncel hayata bir değinidir ve Kırgız toplumunun önemli bir sorunu olan alkol bağımlılığının neden olduğu yıkımı melodramatik bir söyleme sapmadan aktarır.
Okeyev’in Altın sonbahar filmi onun yaratıcılığında özel konuma sahiptir. Çünkü birçok filmlerde kahramanın eylemlerine sadece dıştan ilgi gösterilirken, bu filmde kahramanın iç dünyasına dokunulmuştur.
Görkemli bir görselliğe sahip Ak İlbarsın Tohumu, Kırgızların ünlü destanları Kocacaş’tan ve Karagul botom’dan esinlenir. Tutku, vefa, töreye hürmet, özveri, kozmik ahenk gibi eskimez temaları tarihin derinliklerinden günümüze estetik bir damıtılmışlıkla sunar.
Bir Suriye-Kırgızistan ortak yapımı olan Sevgi Serabı ise sanat ve sanatçının dünyasına tarihi bir yaklaşımla eğilir ve geçmişten günümüze sanatçının sanatla olan o özgül ilişkisinden kesitler sunar.
Okeyev için söylenmesi gereken çok şey var. Böylesine önemli bir kıymet ne yazık ki Türkiye’de yeterince tanınmadı. O çok büyük bir yönetmen olduğu kadar, iyi bir diplomat ve “güzel” bir insandı. Zaman hatıralarını unuttursa da onun muhteşem filmleri Türk Dünyası’nda uzun süre konuşulacak ve genç sinemacılara rehber olmaya devam edecektir, diye düşünüyorum.