ESKİ SİNEMADAN İZLER

Sinemasalı günlerimiz, Yunus Emre Enstitüsü’nün küçük ve sevimli salonunda sinemayla yoğunlaşmış katılımcılarla devam ediyor. Türkiye’de sinema adına seviyesizlik, pespayelik, argo çukurunu aşamayan rezillikler yeni “Türk Filmleri” olarak birbirini ardına gösterime girerken, Sinemasalı etkinliğinde, dünyanın değişik yerlerinde çekilen filmler izleniyor, muhakeme ve mukayese ediliyor, sonuçlar çıkarılıyor. Nisan ayının ikinci filmi Tetro, bu bağlamda beğeniyle izlendi, üzerinde çokça konuşuldu.

Tetro, Koppola’nın (Francis Ford Coppola) yazıp yönettiği, 2009 yılı yapımı bir kurmaca. Koppola, yaptığı onca önemli filmine karşın Türkiye’de Baba (The Godfather) filmlerinden dolayı tanınan bir yönetmen. Mario Puzzo’nun aynı adlı yapıtından uyarlanan Baba filmi, halen televizyon kanallarında tekrar tekrar yayınlanan ve konusu itibarıyla ilgi gören bir film. Yetmişli yıllarda çekilen Baba filmindeki sürükleyici anlatım becerisini tüm filmlerinde görmeye alışkın olduğumuz Koppola, Tetro’da bu ustalığını daha da derinleştirerek sürdürmüş.

Tetro – 2009

İki kardeşin uzun bir ayrılıktan sonra yeniden buluşmaları üzerine gelişen olayların anlatıldığı filmde, sinemada ışığın ne kadar belirleyici olduğunu çarpıcı bir şekilde görüyoruz. Koppola, Tetro’da, sanki, sinema yaşamı boyunca öğrendiği bütün sanatsı incelikleri uygulamak ve filmini, en temel film bilgileriyle göstermek istemiş.

Tercih ettiği, filmin siyah-beyaz devam ederken geçmişe ait hadiselerin olabildiğince renkli gösterilmesi üslubu, bende filmin oluşum tekniği hakkında çağrışım yaptı; TRT’de, Alman malı Steenback ve İtalyan Prevost marka masalarda film kurgu yaptığımız günleri hatırlattı.

Sinemanın Temeli Yalan

Bilindiği üzere filmin aslı bir hileye dayanıyor. Duran tek kare resimleri bizler hareketliymiş gibi izliyoruz. Eski kurgu masalarında bu durumu somut olarak, elimize aldığımız filmlerin üzerindeki resimlerin her karede farklı olduğunu görmek mümkündü. Masanın üzerindeki makaralar arasında dolanan 16mm veya 35 mm filmin, kristal mercekler aracılığıyla ters yüz edilmesinden sonra karşımızdaki ekrana yansımasını da. Elimizde evirip çevirmemize rağmen film, aslında biz izleyinceye kadar yoktu. Biz izlediğimiz için var yani, algımız devreyi tamamlayan.

Sinemasalı’da Tetro’yu izlerken Koppola’nın bu yansımalardan ve çelişkiden yola çıktığını düşündüm. Her gün güreştiğimiz, mücadele ettiğimiz hayat önemli değildi gerçekte. Önemli olan o süreçte bizi şekillendiren, bize kimlik veren anlardı. Yani yaşam aklı karalıydı aslında ve biz onu renkli sanıyorduk. Tetro’da Koppola bunun tersini hatırlatıyor. Diyor ki; hayatımıza anlam katan anlar aslında renkli olan. Acısı, tatlısı, derdi-tasası, zevki-sefası renklidir hayatın, gerisi sıradan; siyah beyaz. Siyah-Beyaz diyor ama siyah ve beyazı aşağılayarak değil, tam tersi uyguladığı ışıkla daha da değerli hale getirerek veriyor bu mesajını.

Tetro
Tetro -2009

Filmin konusu da tabi olarak bu anlatıma destek veriyor. Batı medeniyeti diye adlandırabileceğimiz, çağdaş denilen dünyanın değer yargıları üzerine kurgulanmış bir film, Tetro. Aile içinde yaşanılan çarpık ilişkilerin tavan yaptığı, aile kurumunun hızla çözüldüğü, nesep sorununun insanların ruh hayatını allak bullak ettiği dünyadan bir kesit yansıtılıyor izleyiciye. Türkiye’nin de hızla içine dâhil olduğu medeniyetin arka sokakları, karanlık köşeleri; ahlâksızlığın, utanmazlığın, düşüklüğün yaşamı nasıl çevrelediğini gösteren anlatımlar film içerisinde yer buluyor. Bu bağlamda Koppola, filmin gişe gelirlerine olumlu etki yapacağını düşündüğü bir iki sahneyi eklemekten de geri kalmamış.

Filmin kurgusunu bitirdikten sonra, şöyle sandalyelerimizi geriye çeker, masanın ekranından izlemek yerine, cam başlığı çıkarır, görüntüyü duvara yansıtır, öylece izlerdik. Daha fiyakalı olurdu. Film, karanlık odanın duvarında çok güzel görünürdü. Tetro’yu öyle bir havada izledim. Koppola, Tetro filmiyle ışığı, rengi, gölgeyi, karanlığı, sözün özü; filmi yeniden anımsattı bana…

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz