“İyi geceler Maine Prensleri, Nev England Kralları…”
John Irving’in aynı adla yayınladığı romandan uyarlanan 1999 yapımı ve Lasse Hallström imzalı Tanrının Eseri Şeytanın Eseri filmi, İkinci Dünya Savaşı sırasında bir yetimhanede büyüyen ve yaş aldıkça bu dünyayı keşfetme isteğini bulan bir yetimin kendini keşfetme hikayesini ele alır. Tobey Maguire’ın hayat verdiği Homer adındaki bu genç, özgür iradesi ve yaşama arzusuyla çıktığı bu yolda, bakalım neler yaşayacak? Maine prensleri senin olacak, Nev England kralları senin olacak…
Amerika’nın Maine eyaletinde geçen hikaye, Homer’ın bebekliğinden başlar. Yetimhanede annesiz ve babasız çocuklardan biriyken, Doktor Larch ona kol kanat gerer ve aralarında baba oğul ilişkisinden de öte bir bağ oluşur. Doktor, Homer’ı çocukluğundan itibaren eğitmeye başlar ve Homer tabiri caize diplomasız bir doktora dönüşür. Ne yazık ki hastanede yasa dışı tedaviler, kürtaj tedavileri uygulanmaktadır ve Homer Vells bu ameliyatlarda yer alırken etik, yani ahlâki değerlerini sorgulamaya, yanlış olduğunu bildiği şeylerin içinde hapsolduğunu fark etmeye başlar.
Homer, yetimhanedeki çocukların sevgi ve mutluluk kaynağı olsa da, kalbindeki ve ruhundaki o çıkmazın içine sıkışıp kalmış, hassas, duygusal ve düşünceli bir kişiliktir. Kendine ait benliğini oluşturup dünyaya meraklı gözlerle sarılacak yaşta yetim çocukların acılarını sarmaya, Larch’ın beklentilerini karşılamaya adanmış bu hayatta, Homer bazı şeyleri değiştirmek ister ve önüne bir fırsat gelir. Bu fırsat, bir hayatın bitişiyken diğerinin başlangıcıdır.
Candy ve Vally adlarında bir çift, kürtaj yaptırmak için yetimhaneye gelirler. Çocuklar bir coşku ve umutla yanlarına gelir. İçlerinden biri ben en iyisiyim diye tekrarlayarak büyük bir çaresizlik ve sıcak bir yuva hayaliyle Candy’nin gözlerinin içine bakar; Candy çocuğun burnunu temizler, kafasını okşar ve çocuklar gelen arabanın büyüsüne kapılır. Candy’nin çocuğun burnunu temizlemesi, içindeki annelik içgüdüsünü ve sevgisini yansıtırken; 20. Yüzyıl ortalarında kadınların ve ailelerin yaşadığı kaybetme, yalnız kalma ve yetersiz olma kaygısının onlara neler yaptırdığını bu çiftin kürtaj kararı seyirciye gösterir. Bir asker eşi olarak Candy, kendisi için doğru olanı kürtaj olarak görür ve bu yetimhanede yasadışı kürtaj yapılması dönemin koşulları, toplum baskısını ve yıpranmış aile yaşantısının bizlere gösterimidir.
Filmin değindiği bir başka konu, Amerika’nın 1950’ler ve sonrası yaşadığı otomobil çağı ve gençlerin otomobillere karşı duyduğu tutkunun, bağımsızlığa doğru bir adım olarak yansımasıdır. Homer’ın otomobile uzun uzun baktığı sahne, araba çekimleri ve çocukların arabalara duyduğu merak bir bütün olarak dönemin ve dönemin gençlerinin hayata bakışının, bireyselliğe ve özgürlüğe dayalı olduğunun temsilidir. Amerika’nın bağımsızlığı ve gücüyle gelen toplumsal değişimler, genç bireylerde bir başkaldırı ve özgürlüğe bir merhaba niteliğindedir. Homer sonunda, kendi benliğini bulma ve dünyayı görme isteğini doktor ve hemşirelerle paylaştığında, Doktor Larch onu kalp hastalığını bahane ederek durdurmaya çalışsa da; sonunda ‘Bu kalp senin, onu beraberinde götürmelisin.’ diyerek ona veda eder, ve dört tekerleğin üstünde hayata atılmasına izin verir.
Homer, hürriyete duyduğu tarifsiz merakı, bir otomobile binerek, Cindy ve Vally çiftinin yolculuğuna arkadaş olarak tadar. Vally ve Homer sohbet ederken, Homer okyanusu görmediğinden bahseder. ‘Okyanusu hiç görmedin mi? Şaka mı yapıyorsun?’ der Vally, ve Homer’ı okyanusa götürür. Okyanusu hiç görmemiş, bir fanusun içinde yaşamış genç adam, okyanusun uçsuz bucaksız derinliğinde kendini bulmaya başlamıştır. Homer artık Vally’nin aile çiftliğinde çalışacak, kendi parasını kazanıp hayatı öğrenecektir.
Her hikaye gibi, başlarda her şey yeniliğin ve merakın verdiği heyecanla çok tatlıdır; çalışanlarla tanışır, elma toplamayı öğrenir, beraber yemek yerler. Akşamları, Candy ile birlikte arabalı sinema izlemeye giderler. Burada, filmlerden konuşurken Homer’ın ilk ve tek izlediği filmin 1933 yapımı King Kong olduğunu öğreniriz. King Kong, alt metni siyahilere karşı yapılan ırkçılığı, beyazlara karşı bir tehdit olarak sunulmuş gorilin barbar davranışlarıyla ele alan, dönemin ayrımını ve siyahilerin yaşadığı zulmü kutsayan bir filmdir. Homer’ın bu filmi beğenmiş olduğunu, ikili, Uğultulu Tepeler filmini izledikten sonra sohbet ederken öğreniriz.
Uğultulu Tepeler Bronte kardeşlerden Emily Bronte’nin Viktorya Döneminde ele aldığı, romantizm akımına ait romanıdır ve içerisinde, bir siyahi ve bir beyazın, toplumsal konumlarından dolayı tamamlanmayan aşk hikayesini, farklılıklarını ve acılarını barındırır. Homer ise, bu filmden pek de etkilenmemiş, dünyası küçük bir gençtir. Zamanla Candy ile aralarındaki dostluk, sevgiye dönüşür. Vally savaşta her şeyden bihaberken, Candy ve Homer beraberlerdir. Homer’ın dünyasında şu anda yasak aşk yaşadığı Candy, beraber izledikleri filmler ve gençliği vardır.
Günler böylece geçip giderken, Homer’ın beraber çalıştığı siyahi arkadaşlarının okuma yazma bilmediklerini, iki kişinin baba kız olduğunu, ve tarihin gösterdiklerinin aksine çiftlik sahibinin iyi ve anlayışlı bir kadın olduğunu görürüz. Kaldıkları odanın duvarında yazılı olan kuralları ilk defa Homer onlara okuduklarında öğrenirler, ve ne kadar anlamsız olduğunu anlarlar. Dünyanın kirliliğini, hiç beklemediği anda, baba kız arasındaki korkunç ilişkide öğrenir Homer. Hiç istemediği, nefret ettiği kürtajı uygulamak zorunda kalacaktır. Günlerce, belki aylarca bay Rose’un kızına uyguladığı korkunçluğa herkes sessiz kalmış, kızı gebe kaldığında ise onu Homer kurtarmıştır. Baba intiharı yaptıklarından kurtuluş olarak görür, kızı ise kurtuluşu kaçmakta bulur. Kızın kaçışını ekranda görmeyiz, kayıtsız kalınmış bir kızdır, incitilmiş, korkutulmuş, yok sayılmış…
İnsanın ait olduğu yer belki de kurtulmak istediği yerdir. Homer, ait olduğu yeri bulmak için çıktığı bu yolda, kirlenmiş ve yıpranmıştır. Kalbini de yanında götürmüş, paramparça şekilde geri getirecektir, asıl ait olduğu yere döndüğündeyse, kalbinin sağlam olduğunu, babası gibi sevdiği Larch’ın kalp hastası olduğunu ve öldüğünü öğrenecektir. Homer, bir kez daha kimsesiz kaldığında, kimsesiz çocukların kalbi olmuştur. “İyi geceler Maine Prensleri, Nev England Kralları…”