GEÇMİŞ ZAMAN ELBİSELERİ

«Bir komedi oynuyoruz… Ancak, aktörler değişiyor!»
Ahmet Hamdi Tanpınar’ın en kızgın olduğu zamanlarda söylediği sözler bunlar.
Yok, yok ben size kızgın değilim. Kızacak hiç değilim.
Hayat ne sizin için? Bir şiir mi? Bir resim mi? Eski bir fotoğraf mı? Bir şarkı mI? Bir Öykü mü? Yoksa bir filim mi?
Hayatınızın kahramanları, notaları, sesleri, aktörleri değişiyor mu?
Ahmet Hamdi Tanpınar hayatı bu şekilde değerlendirirken haklı mı, haksız mı?
Ahmet Hamdi Tanpınar diye mırıldanıyorum sessizce; romancı, öykü yazarı, denemeci, şair ve bilim adamı. Bana göre çok yönlü bir kişilik.
En az onun kadar çok yönlü bir kişilik de Metin Erksan. Gazeteci, yazar, senarist, yönetmen, sinemacı.
İki usta bir araya gelince ne olur?
TRT’nin 1975 yapımı “Geçmiş Zaman Elbiseleri” filmi olur tabi ki. Öykü, yazar Tanpınar’dan; senaryo ve filmin yönetmenliği ise Erksan’dan…
Günlerden salı, mekân Ulus Yunus Emre Vakfı, saatler akşam saatleri, gönlünü sinemaya vermiş bir gurup meraklı Sinemasalı’nın bu haftaki filmini seyrediyor…
“Geçmiş Zaman elbiseleri”. Yaklaşık 55 dakika sürüyor.
Film bittiğinde seyirciler herhalde devam edecek diye bekliyor. Hiçbiri kıpırdamıyor, alkışlamıyor, konuşmuyor. Hiç kimse olumlu ya da olumsuz bir tepki vermiyor. Sadece ne olacak diye bekliyor.
Sonra birisi dayanamıyor ve “Film devam edecek mi? İkinci bölümünde ne olacak?” diye soruyor.
Filmin devamında ne olacak?
Filmin sonu aslında filmin başlangıcı mı?
Filmdeki aktörler yer değiştiriyor artık oyuncular seyirci, seyirciler oyuncu oluyor.
Tanpınar ve Erksan eserlerinde kendi hayatlarından bir kesit gösteren iki büyük sanatçı. Oynadıkları komedi mi? Bu öyküyü yazanla onu televizyon ekranına taşıyanın, gerçek aktörlerle eğlendikleri izlenimi uyanıyor bende; biz gerçek aktörlerle.
Akılda sorular bırakmış film, konuşuldukça ortaya çıkıyor. Seyirciler çözüm bulamamış kendi dünyalarında.
“Ben hiçbir şey anlamadım ne anlattı bu filim bize?” diye sorulurken; “Ben çok şey anladım, çok da beğendim” yorumları geliyor.
Herkes kendi duygularını, kendi kelimeleriyle ifade etmeye çalışıyor. Bazen gülme sesleri dolduruyor salonu, bazen gerginleşiyor konuşmalar.
Biri ‘Filimdeki kız kızıydı.’ derken, diğeri ‘Hayır eşiydi.’ diyor. Bir diğeri atılıyor; ‘Toplumumuzda eş önemlidir ve bilerek eşim dedi. Çünkü bu benim, sen çekil çevresinden demek istedi .’ diyor.
Başrol erkek oyuncunun komşularla konuştuğu bölüm yok filmde. Babası ve üvey kızı yorumlarını o yüzden kimse yapamıyor.
Teknik donanımdan anlayanların bazısı ‘Kamara hareketleri çok acemiceydi.’ derken, diğerleri ‘Hayır çok ustaca kullanmış aslında, anlatmak istediğini bu şekilde iyi anlatmış.’ değerlendirmesini yapıyor.
Bir seyirci soruyor ‘Bu yaşadıkları gerçek mi? Yoksa adam rüya mı gördü? Hani başını da çarptı ya, geçici hafıza kaybı falan olmasın.’?
‘Ya son sahne neydi öyle, beyaz kıyafetlerle şaşkın şaşkın deniz kenarında gezen bir adam, olacak şey değil. Ya kadınla adamın karşılaşmalarına ne demeli? Komik geldi bana hem de çok…
Diğer sarışın kadına âşık mı? Biri evet derken diğeri hayır diyor.
Birçok soru…
Birçok yorum…
Müzik tüm seyredenleri rahatsız etmiş, Oysa yönetmen özellikle bu müzikleri seçmiş.
Başrol oyuncusunun yaşadığı hayattan memnun olmadığı; karakterlerin ise sorunlu ve takıntılı olduğu konusunda herkes hemfikir.
İki büyük aktör. İki büyük usta. Tanpınar ve Erksan…
İnsanın içindeki diğerini ortaya çıkartan, sorgulayan, kişinin kendisiyle ve toplumla çatışmaları ustaca işleyen, gözler önüne seren; toplumun geçişlerini kendi tarzlarıyla ustaca eleştiren, sanatı gerçek hayatlarında yaşayan, sanatı sanat için yapan, sıra dışı iki büyük usta…
Acaba filmin kahramanları gerçek mi? Hayal mi? Kadınların adı niye yok? İsim vermek başrol oyuncusuna bırakılırken aslında bize mi bırakılmış özgürce?
Toplumdan, yaşayışından hoşnut olmayan başrol oyuncusu direnemiyor hayata. Dua ediyor acemice…
Kaza geçiriyor ve bir anda kendini büyük bir konakta buluyor, Bir anda ev boşalıyor, bir anda kendi evine dönüyor. Zaman nasıl bir gün, bir gece oldu? Zaman var mı? yok mu? Aslında hiç o eve gitmedi mi?
Evde gördüğü diğer erkek, takıntılı, saldırgan bir kişi. Çelişkili konuşmalarına rağmen başrol oyuncusu ona karşı büyük bir teslimiyet gösteriyor, güven duyuyor. Garip değil mi? O kişi diğeri miydi?
Eve geldiğinde sevgilisi yatakta, üstünde bir örtü ile uyuyor. Sarı kısa saçları olduğu halde uzun siyah peruk takmış. Genç adam sorguya çekiyor hatta suçluyor sonrasında da kadını dinlemiyor diğer kadını düşünüyor.
Ahmet Hamdi Tanpınar, öğrencilerine tanıştırdığı genç, güzel, şık kadınla ilgili olarak bu öykünün esin kaynağının bu kadın olduğunu söylemiş. Kadın da ne gülümseyerek “Aman ne büyük imgelem, aman ne büyük imgelem!” demiş, durmuş. Gülümsüyorum.
Acaba benim filmde çift gördüğüm kadın karakterler aslında tek mi?
Filimde iki erkek iki kadın mı var? Bir erkek, bir kadın mı var?
Bir tarafta Avrupai bir kadın, diğer tarafta kapalı kalmış sıkışmış Anadolu kadını. Bir kadın ne kadar açık, özgür seksi ise diğer kadın bir o kadar kapalı, tutsak ve masum…
Bir kadın ne kadar modern tarza uygun giyinmişse diğeri eski zaman elbiseleri giymiş; Bindallı ile karşımızda.
Genç adam onun masumluğuna âşık oluyor.
Hoş, genç kadın filmin sonunda modern kıyafetlerle karşımıza çıkıyor ama erkeğin çağrılarına, çırpınışlarına cevap veremiyor, çaresiz ve sadece gözyaşları döküyor.
Tekrar karşılaşacaklar mı? Kavuşacaklar mı? Kim bilir?
Gerçek hayatlarına dönen aktörler özür dileyerek düzeltiyorum seyirciler, bu filimle ilgili karmaşık duygularla ayrılıyorlar sinema salonundan.
Kimse kalmıyor salonda.
Son kez dönüp bakıyorum. Anlıyorum ki aslında kendimizi seyretmişiz, kendimizi anlatmışız bir saattir. İki büyük usta bize bizi anlatmışlar. Bunu da öyle ustalıkla yapmışlar ki kendimiz de kaybolmuşuz filimde…
Ve iki büyük usta ayakta alkışlıyorlar, arkamızdan gülümseyerek…
Elinize, emeğinize sağlık…
Evet, bir komedi oynuyoruz… Ancak, aktörler değişiyor!
Yeni film için perde!…

Nurcan Göl

FİLMİ İZLE

Önceki İçerikÇölü Umutla Bekleyen Gelin…
Sonraki İçerikSelvi Boylum, Al Yazmalım

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz