Türk Sineması çalıştayı için, Türk Dünyası Gazeteciler Federasyonu Başkanı Menderes Demir’in konuğu olarak Türkiye’ye gelen Hocakulu Narlıyev, yoğun gündemine karşın, Sinemasalı topluluğu için değerli bir söyleşiye zaman ayırdı.
Türkmen sinemasının çok yönlü sanatçısı yazar, oyuncu ve yönetmen Hocakulu Narlıyev, sinema sanatının genel durumu, Sovyetler Birliği döneminde gerçekleştirilen önemli yapıtlar hakkında değerli açıklamalarda bulundu.
Yapıtları, Türk sinema izleyicisince yakından tanınan sinema bilgesi Hocakulu Narlıyev’in, Sinemasalı topluluğu yazarlarından Aizaada Nuranova ile yaptığı söyleşi, 17 Ekim 2024 günü Ankara’da Türksoy merkezinde gerçekleştirildi.
İçinde yer aldığınız dönemin sinemasını anlatır mısınız?
Hocakulu Narlıyev: Dönemin en iyi yönetmenlerinin çoğu Mosfilm, Maksim Gorki adlı devlet sinemasında çalışıyorlardı. Tabii bunlara ek olarak her cumhuriyetin de kendi iyi yönetmenleri vardı. Örneğin, Tarkovski, Yutkeviç, Çukray ve Şukşin. Çok sayıda yönetmen var; Kırgızlardan Amul Şakeyev, Bolot Şamşıyev, Özbekistan’dan Şuhrat Abbasov, Ali Hamrayev, Tacikistan’dan Nazarov, Kazakistan’dan Şaken Aymanov… Gürcistan’da da çok sayıda iyi yönetmenler var; Eldar Şengelaya gibi. O dönemde çok sayıda iyi yönetmen vardı.
Çünkü Soyvet dönemi, dönemin yasaları, yönetmenlere film çekmeleri için çok olanak sunuyordu. Daha film çekilmeden her senaryo için o dönemin parasıyla örneğin 300-400 bin Ruble, Manat hükümet tarafından ödeniyordu. Film ekibi, yönetmen, kameramanlar film çekimi için günümüzdeki gibi kaynak aramıyordu. Paralar hazır bekliyordu. Yönetmenlerin görevi sadece çok iyi film çekmekti.
Hangi konular öne çıkıyordu?
O dönemin filminin konusu neydi?.. Filmlerde iyi kişi olmanın özellikleri anlatılıyordu. Kötü insan kişiliği işleniyorsa da, bu kötü özelliklerin kanıtlanması gerekiyordu. Çünkü hükümetin istediği sadece iyi insandı. Bu insan sadece yasalara, anayasaya uygun hareket eden değil, vicdanen, kalben ve düşünceleriynen iyi insan olandı. Bu insanlar hakkında filmler çekiliyordu. O sebeple de Sovyet filmlerinin çoğunda insanlar, iyi niyetli, dürüst, yardımsever kişilerdi. Kötü insan özyapısının ise kanıtlanması gerekiyordu. Filmdeki baş kişiliklerden biri ölüyorsa ölüm nedeni anlatılması gerekiyor. Her insan hayata bir kez geliyor bu hayatı iyilikle yaşamalı. Eğer kahramanlardan biri ölüyorsa filmin başka bölümlerinde o ölüm sebebinden dolayı insanların ölmemesi işleniyordu.
O dönemin filmlerinin insanların üzerinde çok büyük etkisi vardı. Yetişkinlerin, öğrencilerin, filmlerde gördükleri tek şey iyi insan olmaktı. İyi insan olmak yasalara, anayasaya uygun yaşamak değil, kötü davranırsan hapse atılma korkusuyla değil de kalben iyi insan olmaktı. İyi insan olursan hiçbir şeyden korkmadan yaşayabilirsin, çalışabilirsin. İşte bu özelliklerin filmlerde işlenmesi gerekiyordu ve bu filmlere para ödeniyordu. Sovyet dönemi yönetmenleri filmlerinde iyi insanları gösteriyorlardı. Her cumhuriyetin de sözlerimin başında örnek verdiğim yönetmenler gibi çok sayıda kendi yetenekli yönetmenleri vardı.
Türkmenistan Cumhuriyeti’nden kimler vardı?
Türkmenlerden örnek verecek olsak, Bulat Mansurov’un siyah-beyaz “Şükür Bahşı” filmi. Bu filmde ne anlatılıyor? Türkmen genç ozanın abisi, başka bir obaya esir düşüyor. Oba halkı toplanarak, ozanın abisini esirlikten kurtarmak için savaşmayı öneriyorlar. Yaşlılar ise “aramızda para toplayarak abini satın alalım” diyorlar. Şükür Bahşı ise “Biraz bekleyin. Bana dutarımın (Türkmen milli çalgısı) gücü ile abimi kurtarmama fırsat verin. Abimi bu şekilde kurtarabilirim” diyerek abisinin esir tutulduğu obaya gidiyor. Köyün en iyi ozanı ile dutarla atışmayı teklif ediyor. Eğer yenilirse abisinin yanında esarette kalacak; kazanırsa abisinin serbest bırakmasını teklif ediyor.
Yarışta, Şükür Bahşı düşmanın ozanını yeniyor ve abisini kurtarıp beraber obalarına dönüyorlar. Kurmacada işlenen konu, gerçek sanat. Eğer ozan gerçekten iyi bir ozansa silahlar, kılıçlar olmadan da kendi sanatı ile barışı sağlayabilir. Bu filmin üstünden yüz, iki yüz yıl geçse de önemini yitirmeyecek. Çünkü bu filmde gerçek sanat var. Ustası olduğu zanaatınla barışı sağlayabiliyorsun. Silahlarla değil de sanatla barış sağlanabilir. Filmde bu işleniyor.
Sizin kurmacalarınızda da bunu görüyoruz…
Kendi filmlerimden örnek verecek olursam; “Gelin” filminde vefalı olmak konusu işleniyor. Çok sayıda destanlar var. Zühre ile Tahir, Leyla ile Mecnun, Şahsenem ile Garip. Bu destanlarda aşk, vefalı olmak, sevgilin için kendi canını feda etmek işleniyor. Ancak bunların hepsi destanlarda işleniyor, gerçek hayatta çok nadir yaşanır. Bizim filmde göstermek istediğimiz şey sevginin gerçek hayatta da olması.
Filmdeki baş kahraman Oğulkeyik’in kocası 2. Dünya Savaşına gidiyor ve dönmüyor. Genç kadın, onun bir gün mutlaka geri döneceğine inanıyor ve kayınbabasıyla birlikte o günü bekliyor. Onların hayatlarını işledim filmde. Filmde vefalı olmak işleniyor. Türkmen gelenek göreneklerinde vefalı olmak var. Günlük hayatımızda çoğu insanlar sözde seviyorum diyorlar ama uygulamada sevgi yok. Gerçek insan sevgisini hem sözel hem de eylemleriyle göstermeli. Gelin kurmacasına, hem Türkmen sinemasında hem de uluslararası sinema alanında çok sayıda ödüller verildi, filmle ilgili güzel makaleler yazıldı. Filmi izleyenler “biz Türkmen halkını bu filmle tanıdık” dediler. Her sanat bunu insanlara söyletmeli. O zaman sanatın anlamı oluyor.
Diğer Türk Cumhuriyetlerinde durum aynı mıydı?
Örneğin Kırgızistan’dan Aytmatov. O bütün yapıtlarında Kırgız halkının yaşamını, tarihini, zorluklarla nasıl baş edildiğini işledi. O Kırgızları dünyaya tanıttı. Bu sanatın gücü. O yüzden de Aytmatov’un yapıtlarından uyarlanarak çekilen kurmacalar, dünyaca ün kazandı. Kırgız halkına ulu saygı duyuldu.
Böylesine güzel filmler Kazaklarda da, Özbeklerde de vardı. 2. Dünya Savaşına Orta Asya ülkeleri de kendi olanaklarıyla katıldılar. Özbekistan’da yönetmenliğini Şuhrat Abbasov’un yaptığı “Sen Yetim Değilsin” kurmacası var. 2. Dünya Savaşında Ukrayna’da, Beyaz Rusya’da yetim kalan çok sayıda çocuk vardı. Bu kurmacada on üç yetim çocuğu, yanlarına alarak onlara bakan, Özbek yaşlı karı-kocanın hayatı işleniyor. 2. Dünya Savaşına katılan ülkelerdeki durumu, insanların hayatını, zorlukları anlatan çok sayıda kurmaca var.
Sizin sinema tanımınız?
Hocakulu Narlıyev: Sinema sanatın bir dalı. Sanat dediğiniz, insanlarda güzel duygular uyandırmalı. Sanat dediğiniz, insanların cebine para koymuyor, insanlara ekmek vermiyor. Sanat dediğiniz insanların yüreğini, beynini ve düşüncesini değiştiriyor. Sinema sanatın bir dalı ve en güzeli. Ressamlık da bir sanat ama sinema da ressamlık, müzik sanatı bütün sanatlar birleşebiliyor. İnsanların yüreğini zenginleştirmek çok zor bir zanaatdır.
Günümüzde de böyle mi?
Hocakulu Narlıyev: Günümüzde, gençlerin çoğu telefon başında. Telefonda da iyi ve kötü şeyleri görebiliyorlar. Amerikan filmlerinde kahraman yüz, iki yüz insanı öldürebiliyor. Çocuklar da bu kurmacaları izleyerek onlara özeniyorlar. İzledikleri filmlerdeki kişilere özenerek sınıf arkadaşlarını, komşularını dövebiliyorlar, onlarla kavga edebiliyorlar. O eğitimi alıyorlar. Sinemayla bizim yapmamız gereken, küçüklükten itibaren çocukları iyi insan olarak yetişmeleri için onlara örnek olmak ve eğitmek.