Bir Batı Masalında İbni Sina
Amerikalı gazeteci ve yazar Noa Gordın (Noah Gordan) tarafından1976’da kaleme alınan “İbni Sina’nın Talebesi Hekim” adlı tarihi macera romanı, Almanya’dan çok büyük bir ilgi toplamış ve kayda değer bir hayran kitlesi edinmiştir.
Bu kitlenin bir parçası olan yapımcı Volf Bova (Volf Bauer), romanın yayınlanmasından yirmi yıl sonra haklarını satın alır ve görsel açıdan güçlü filmler çıkartmayı seven Alman yönetmen Filip Stöltze’yi (Philipp Stölzl) filmin başına getirir.
Film, Orta Çağ’ın köhnemiş Avrupasından ilmin değer gördüğü doğuya eğitim almak için yapılan yolculuğu konu alıyor. Yönetmenin özenli çalışması, masalsı maceranın geçtiği farklı ülkeleri ve mekanları en ince ayrıntılarına kadar işlemesiyle büyüleyici bir görsel deneyim sunuyor. Hikâyenin lezzeti de eklendiğinde, filmin izleyiciyi içine çektiğini söyleyebilirim ama maalesef bu etki pek de uzun sürmüyor.
Annesini “karın ağrısı” olarak tanımlanan bir hastalığa kaybeden Rob, yaşlı bir berber-cerraha çıraklık ederek büyür. XI. Yüzyıl Avrupasında bilim oldukça geri kalmıştır; Katolik kilisenin baskısı, Antik Yunan ve Roma’dan kalan eski tıp bilgilerinin unutulmasına sebep olmuştur. Hekimlerin tedavi etme çabaları büyücülük olarak tanımlanmıştır. Rob yaşadığı ortamda öğrenme açlığını besleyemez ve yaşayan en iyi hekimin İsfahan’da yaşadığını duyunca eğitim almak için Londra’dan ayrılır. Hristiyan olduğundan Müslüman topraklarına giremeyeceğini öğrenir ve Yahudi kılığına girer.
Karanlıktan aydınlığa bir yolculuk
Bir söyleşisinde yönetmen Filip Stöltze, filmi karanlıktan “aydınlığa” bir yolculuk olarak açıklar. Rob, İsfahan’a ulaştığında ışıldayan bir medeniyetle karşılaşır. Bu ışığın güneşi İbni Sina’dır.
İbni Sina, çağının en büyük düşünürlerinden biridir. Mantık, matematik, astronomi, tıp ve fıkıh üzerine uzmanlaşmış ve eserler vermiştir. Yazdığı tıp kitabı Kanun; düzenli ve anlaşılabilir şekilde yazılmış, insan vücudu, hastalık sebepleri ve özel reçetelerle donanmış eşsiz bir eser olduğundan yüzyıllarca doğu ve batıda tıp eğitiminin temel kitabı olmuştur. Hekim ve tıp tarihçisi Vilyım Ozlır (Villiam Osler) tarafından, XX. Yüzyıla kadar yazılan en meşhur kitap ve tıbbın incili olarak betimlenir. Öğrenme arzusu ile yaşayan İbni Sina, bildiklerini de aktarmayı unutmamıştır.
Karın Ağrısı
Yeni Yahudi kimliği ile ismi Yesi olan Rob, İbn Sina’nın öğrencilerinden olur ve kısa sürede kendini gösterir. Şehri kasıp kavuran vebanın etkeninin fare ve pirelerle ilişkisini bulur. Gömülmeyi umursamayan bir ölü üzerinde teşrih yapar. Teşrih, insan vücudu hakkındaki bilgiyi genişletmek için ölü bir beden üzerinde yapılan kesi incelemesidir. Yesi bu yolla “karın ağrısının” sebebini, kör bağırsak iltihaplanmasını ve küçük kan dolaşımını keşfeder.
Ne yazık ki ışıldayan medeniyette beliren karanlık odaklar büyüyerek ışığı söndürür. Tutucu bir tarikat, Selçuklularla anlaşır ve İsfahan’ı içerden zayıflatmak için medresenin öğretisini ve azınlıkların hoş görülüşünü gerekçe göstererek ayaklanır. Teşrih yapan Yesi’yi ve onun hocası İbn Sina’yı idama mahkûm ederler. Fakat “karın ağrısına” yakalanan Şah Alâüddevle onları kurtarır. Yesi kimliği açığa çıkan Rob, İbn Sina’nın yardımcılığında şahı ameliyat eder. Selçuklulara karşı ordusunun başına geçen Şah Alâüddevle yenilgiye uğrarken, İbn Sina bir zehir içer ve medresesinin yanışını izler. Rob sevgilisi ve medresenin diğer hekimleriyle, “aydınlığı” Londra’ya götürmeye gider.
Orada bulunmaması gereken birisini izliyoruz
İbni Sina’yı canlandıran sanatçı Ben Kingsli (Ben Kingsley), görevinin getirdiği ağırlığı itinayla sırtlamış, konuşma ve tavırlarıyla güzel ve uyumlu bir katkı sağlamış. Sahnede olduğu her dakikada keyif verdi ve yansıttığı kişiliğin önemini iyi anladığını görmek hoşuma gitti. Oysa senaryonun bunu anladığını söylemek güç.
Berber cerrahı yansıtan Stellan Skorşgel (Stellan Skarsgard) bulunduğu kasvetli dakikalara eğlenceli bir hava kattı; Şah Alâüddevle’yi canlandıran Olivır Martinez (Oliver Martinez) ise yansıttığı kişiliğin ilginç doğasıyla merak uyandırdı. Fakat Tom Peyn’in (Tom Payne) canlandırdığı Rob’un filmdeki varlığı sorgulanabilir kaldı.
Kişinin ani kararlarının ve devamlı değişen duygularının inandırıcılığını zayıf buldum ve izleyiciyle film arasında etkileşim kuramadığını, uzayan sahnelerinin sıkıcı olduğunu düşündüm. Bunda senaristlerin payının daha yüksek olduğunu düşünsem de oyuncunun tecrübesizliği bir etken olmuş. Rob’un varlığı özellikle filmin ikinci yarısında çok yapay duruyor. Orada bulunmaması gereken birisini izliyoruz, hem mecazen hem de gerçekten.
Çarpıtılmış Gerçeklik Kurgusu
Filmin tarihi kurmacasının iyi niyetle yapılmadığının veya başka çıkarların öne çıktığının fark edilmesi, filmdeki dünyayı tanıyan seyirciler için epey can sıkıcı olabiliyor. Bu film de şarkiyatçılığın çok basit bir örneği olduğundan göze batıyor. Orta Çağ’da, Avrupa bilime sınırlı katkı sunarken, İslam dünyası altın çağını yaşamaktaydı. Dönemin tıp bilimindeki ilerlemeyi özellikle Doğu belirliyordu. VIII. Yüzyılda başlayan çeviri faaliyetleri meyvesini vermişti. O topraklarda yetişen ilim insanları hükümdarlar tarafından değer görüyor ve destekleniyordu.
Buna karşılık filmdeki öyküde, batının tarihten kendine pay çıkarmasını görüyoruz. Batı basınında film, İslam karşıtı düşünceye bir tepki olarak algılansa da doğu tarihi anlatısının denetlendiği ve süzgeçten geçirildiği görünen bir gerçek.
Müslümanların filmdeki temsil şekli oldukça sığ kalmıştır. İslam algısı; cennet hurileri, savaşçılık ve yobazlık gibi basit kalıplarla sınırlanmıştır. Tarihe baktığımızda, Rob ve İbni Sina’yı yargılayan tarikatın benzerinin bulunmadığını, başka devletlerle yapılan anlaşmalar sonucunda ilme ve medreseye karşı savaş açılmadığını, İsfahan’ı ele geçirip İbni Sina’nın kütüphanesinin yakılmasından sorumlu olduğu algısıyla suçlanan Selçukluların ancak yıllar sonra İsfahan’da etkin olmaya başladığını görüyoruz.
O dönemde İsfahan’da yaşayan Müslüman kesimin varlığı hakkında bilgilerimiz olsa da önemli bir olaya dair kayıtlar bulunmamaktadır. Şehirde yaşayan Hristiyan topluluğunun varlığı da bilinmektedir. Dolayısıyla Rob’un Yahudi kılığına bürünmesi, filmdeki kurmacanın yersiz ögelerinden biridir.
Tersine Göç
Teşrih meselesi irdelendiğinde ise İslam’da teşrihe karşı açık bir yasak olmasa da dönemin hekimlerinin teşrih yaptıklarına dair kayıtlar bulunmadığı görülür. Küçük kan dolaşımını “gerçekten” bulan ve kalbin yapısını ayrıntılı bir şekilde açıklayan İbn Nefis’in teşrih yaptığı düşünülürken İbn Sina’nın teşrih yaptığına dair net çıkarımlar yapılamamaktadır.
Döneme ilişkin yorumlar içeren şeriat uygulamasının, teşrihe karşı tutum sergilediği olası gözükürken üzerinde teşrih yapılacak ölü bedenlere erişimde güçlük çekilmiş olabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.
Batının akılcı düşünmeyi ilkeleştirdikten sonra dünyadaki konumunu güçlendirdiğini, bilimde ilerlediğini ve doğuyu geride bıraktığını görüyoruz. XI. Yüzyılın İngilteresinde yokluklarla yaşayan, öğrenimini ilerletemeyen ve kendini geliştiremeyen bir hekim olan Rob, çözümü doğuya göç etmekte buluyor.
Bu durum, günümüz Türkiyesindeki genç hekimlerin, mesleklerini istedikleri şartlarda uygulayamadıklarından Batı’ya göç etmelerine koşut çiziyor. Bir hekim adayı olarak bu benzerliğe üzülsem de umuyorum ki Türk gençliği, hekimleri ve bilim insanları olarak mesleğimizi tutkuyla yaptığımızda, bilgiye devamlı aç olduğumuzda, akıl ve bilimin yolunu takip ettiğimizde daha “aydınlık” geleceklere kavuşacağız.