Yok Olmuş Bir Toplumun Son İzleri
Milos Forman imzalı 1975 yapımı Guguk Kuşu filmi, aynı ada sahip olan ve Ken Kesey tarafından yazılmış romanın sinemaya uyarlanmış halidir. Film, 1993 yılından beri ABD ulusal Film Kütüphanesinde muhafaza edilmekte ve yıllardır Amerikan sinemasının önde gelen filmlerinden biri sayılmaktadır. Gelin birlikte Guguk Kuşu’nun akıllara kazınmış sahnelerine, tarihin karanlık sayfalarından alınmış ayrıntılarına ve bu denli sevilmesinin nedenlerine bakalım.
Öncelikle, Guguk Kuşu denince akla gelen ilk isim Mekmörfi karakterine can vermiş Jack Nicholson’dır. Karakterin psikolojik olarak diğer kişilerden, hastane çalışanlarından olan üstünlüğünü; kurnazlığı ve hasta taklidi yaparak uyguladığı yönlendirmeleriyle izleriz. Filmin başındaki sorgulamalar izleyiciye şu soruları sordurur: Bir insan neden “deli” taklidi yaparak akıl hastanesine yatmak ister? Bir insan neden kendi kararlarıyla kendi özgürlüğüne ket vurur? Fakat Mekmörfi, işlediği suçların cezasını çekmek yerine, akıl hastanesinde yatmayı kendisi için daha az sınırlayıcı ve daha rahat hareket edebileceği bir yer olarak görür, ve birçok doktoru, profesörü soru işaretleriyle baş başa bırakır.
Mekmörfi, asabi ve bir o kadar da insanları yaşamaya iten hareketli tavırlarıyla hastaneye ve hastalara yeni bir soluk getirir. Akılsız ve dengesiz olarak gösterilen insanların arasına karışan bu maskeli adam, onların arasına bir köprü kurup aslında delilik ve şuur arasındaki o ince çizginin birbirine ne kadar yakın olduğunu vurgular. Hastanenin ketum ve iş ahlakı yüksek hemşiresi Reçıt, hastalara her gün belirli haplar vermekte ve onları yatıştırmaktadır. Mekmörfi’nin bu ilaçlara karşı olan direnişi onun kişiliğini seyirciye daha da bağlar. Esasen, Şef adıyla bildiğimiz, iri yarı, uzun boylu, uzun saçlı Kızılderili karakter; bir diğer ve hatta belki de film ilerledikçe önem kazanan baş kişiliktir. Kendisi, Mekmörfi’nin tam zıttı olarak, sesini hiçbir şeye çıkarmaz. Herkes onu sağır ve dilsiz sanmakta; kimse onunla iletişime geçmek istememektedir. Egemen düzene karşı orada sadece yerleri süpürürken, Mekmörfi ona neler yapabileceğini göstermeye, onunla ilgilenmeye başlar.
Bir Amerikan filmi olarak Guguk Kuşu, Amerika ve onun kirli tarihiyle ilgili büyük bir simgecilik ve güçlü bir hikaye anlatımı sunuyor. Hastane yönetimi, Kızılderili Şef ve onun yalnızlığı, direnen ve Kızılderiliyle bağ kuran tek insanın Mekmörfi olması, bize önemli ayrıntılar sunuyor. Hastane yönetiminin aslı Amerika ve onun herkes tarafından kabul edilen gücü iken, onun asimile ettiği, yok ettiği yerli halka mensup Şefin sessizliği ve yalnızlığı, bir noktada yok edilmeye karşı bir duruşu sergilerken, bir noktada da bir tarafa itilmenin verdiği hüznün, tepki verse de hiçbir şeyin değişmeyeceğini bilmenin verdiği dayanılmaz yükü sergiler. Mekmörfi ona hayatı aşılamaya başladığında; onu bir insan olarak gördüğünde ise işler değişmeye başlar.
Bir başka pencereden baktığımızda, Amerika’nın asırlarca yerlilere uyguladığı soykırımın filmdeki anlatımına, hastanedeki tedavi yöntemlerini ve insanların ilaçlarla, şok tedavilerle beyinlerinin yıkanıp birey oluşlarını kaybedişlerini örnek gösterebiliriz. Her günleri aynı geçen, mutsuz, direnişe hali olmayan ve bir bitkiden hallice yaşayan bir öbek insanın hareketten, düşünceden ve hislerden uzak vakit geçirmeleri; yok olmuş bir toplumun son izlerinin göstergesidir.
Uyumsuzluğun, baş kaldırışın delilik olarak görüldüğü ve mükemmel toplumun yaratılmaya çalışıldığı bu dönemde, baskıcı yönetimle bir hapishaneyi andıran akıl hastanesi, özgür ruhlu Mekmörfi’nin gelişiyle birlikte direnişin adımlarını duyurmaya başlar. Basketbol maçları, televizyon saatinde Mekmörfi’nin maç izleyebilmek uğruna oy toplamaya çalışması, kahkahalar ve tüm bu hareketlilikle hastane renklenmeye başlar.
Filmdeki grup terapisi oturumlarında kişiler birbirlerini tanırken, Mekmörfi, arkadaşlarına neden kaçmaya çalışmadıklarını sorsa da yanıt tatmin edici olmaz. Terapilerden yakın olarak tanıdığımız Bili, annesinin baskısının altında, kekeme ve içe dönük bir kişiliktir. Kekemeliğin sebeplerinin arkasında yaşadığı korku dolu, endişe dolu anlara dönüp onlar hakkında bilgi alamayız fakat tıpkı Kızılderili gibi onun da bastırılmış, yok sayılmış ve bireyselliği alıkonulmuş bir kişi olduğu çıkarımını yapabiliriz. Bili, Harding ve daha başka kişilerin de evlilikle ilgili sorunları olduğunu görürüz. Mükemmel toplumun bir diğer getirisi mutlu bir aile tablosuyken, kişilerin evlilik ve beraberlik konularındaki tabuları ve sorunları, onların mükemmel resime yerleşmediğini ve toplumda söz sahibi olamayacak düzeyde olduklarını vurgular. Ne yazık ki, hastanedeki tedaviler, hastaları iyileştirmektense onların yaralarını daha da derinleştirmekten başka hiçbir şey yapmaz.
Filmin kırılma noktasında, Mekmörfi hastaneden kaçmadan önce hastanede bir kutlama düzenlenir. Bu kutlama, hep birlikte düzene karşı gelebilecek güçte olduklarının bir göstergesidir; ezilen toplum birleşerek sesini çıkarmaya başlarsa, bir şeyleri yıkamasa bile değiştirebilecek ve ruhunu ortaya koyabilecektir. Tarihi öneme tekrar değinerek, Törkıl’ı canlandıran siyahi oyuncu Crothers’ın, bu kutlamada onlarla olan tek hemşire olduğunu görürüz. Hastalara benzer şekilde, Törkıl karakterinin tarihi, ataları ve varlığı yok sayılıp itilmiş; yıllar boyu zulme uğramıştır. Hastalar kalıplara uymaması, Törkıl ‘ın mensup olduğu ırkın yıllarca ezilip alt sınıfta görülmesi bu iki tarafı birleştiren ve Törkıl’ın hastalarla kurduğu duygudaşlığı sağlayan etkilerdir.
Artık sonlara yaklaşılır ve hiçbir şey ne yazık ki beklendiği gibi olmaz. Hastane yönetimi, Bili’yi gece yaşananları annesine anlatmakla tehdit ederek, Bili’nin en büyük korkusunu alevlendirirler. Annesine karşı duyduğu korkunun boyutu o kadar derin ve bir o kadar da sarsıcıdır ki; Bili bundan kurtuluş olarak hayatına son verir. Mekmörfi, yaptıklarının, varoluşunun cezası olarak beyin hücrelerini kaybeder. Düşünme yetisini yitiren bir insanın varlığını bizlere sorgulatan bu sahne, Kızılderili’nin Mekmörfi’yi boğup onu özgürleştirmesiyle biter. Kızılderili, hastaneden kaçar ve film sona erer.
Çok acıklı bir sona sahip olan filmimiz; özgürlük, hak, akıl ve delilik, yetke, toplumsal baskılar, dışlanma, kişinin yalnızlaşması, bireyselliğin kayboluşu gibi konulara değinerek sinemanın büyüklüğünü ve etkisini seyirciye sunmuştur. Hiç kuşkusuz, Guguk Kuşu, dünya sinemasının en önemli yapıtları arasındadır.