ÖDÜLÜ KİM TAKAR!
Esaretin Bedeli, 1995 değil de, 1996 “akademi” ödüllerinde boy gösterseydi, sanırım, tüm “heykelcikleri” toplardı. Rakibinin, gelmiş geçmiş en güzel filmlerden biri olan Forrest Gump olması yüzünden, yedi dalda “oskar” adayı olmasına karşın bir tane bile alamamıştır. Bu yüzden gösterime girdiğinde pek tutulmasa da, değeri sonradan anlaşılan bir yapıttır.
Esaretin Bedeli, bir Stephen King uyarlaması. Özgürlüğün ne denli eşsiz bir duygu olduğunu öyle bir duyumsatıyor ki, izleyenleri tam yüreğinden yakalıyor. İşlemediği bir suç yüzünden on dokuz yıl hapse mahkum olan birinin, amacına ulaşmak için neler yapabileceğini gösteren bir kurmaca. Kısıtlı olanaklarla bile olsa yılmadan, usanmadan yol alınabileceğini; her izlediğimde, özgür olmanın ekmek, su denli gerek olduğunu gösteren bir başyapıt.
Öykü şöyle gelişiyor; genç ve başarılı bir banker olan Endi, karısını ve onun sevgilisini öldürmek suçundan ömür boyu hapse mâhkum edilir. Hapishaneye gönderilir. Önündeki bilnmezlik siyah bir gölge gibi büyür. Cezaevinde türlü saldırı, işkence ve tecavüzle karşı karşıya kalır. Burada hiç alışık olmadığı bir yaşam mücadelesi vermeye başlar.
Hapishanede tanıştığı yaşlı Red ile arkadaş olur. Red ile aralarında uyumlu bir dostluk oluşur. Red, dışarıdan her şeyi getirebilen adamdır. Endi bu sırada bir şey farkeder; hücre duvarları tırnakla bile kazınacak kadar yumuşak bir yapıdan imal edilmiş ya da çürüyerek bu hale gelmiştir. Bunu fırsat bilen Endi, Red’den 7 cm boyunda küçük bir taş çekici ile ünlü bir kadın film yıldızının büyük boy resmini ister. Bu çekiçle havalandırmada topladığı taşlardan satranç taşları yapar; bu arada kütüphanede çalışmaya başlar.

Endi’nin zeki bir banker olmasından faydalanmak isteyen cezaevi müdür Norton, kendisi adına yatırım oyunları oynatır. Endi çok para kazanmaya başlar. Bir süre sonra Endi’nin yaşama bağlı tavırları, hapishanedeki diğer tutukluları da etkilemeyi başarır.
Endi kaçmıştır ama nasıl?
Bir gün sabah sayımında herkes hücresinin önüne çıkar, ancak Endi yoktur. Hücresine bakan ceza infaz memurları, Endi’nin kapısının kilitli, ancak kendisinin olmadığını görürler. Endi kaçmıştır ama nasıl?
Endi büyük bir sabırla 7 cm’lik taş çekici ile duvarı delmiş ve lağım döşeminden özgürlüğe kaçmıştır. Ömür boyu hapse mahkum olmuş, her şeyini kaybetmiş bir cezaevi kaçkını Endi dışarıda ne yapabilir? İşte Endi, kaçışındaki en büyük hamleyi cezaevi müdürü adına sahtekarlık yaparak para kazandığı sırada yapmıştır. Gerçekte hiç var olmayan bir kişi adına, yepyeni bir isim ve kimlikle yaşamını sürdürme fırsatı yakalamıştır.
Bu film, kusursuz bir kurgu ve etkili bir oyunculuk barındırıyor. Hâlâ dünyanın iyi filmlerinden biri olma ünvanını koruyor; çok uzun bir süre de koruyacak gibi görünüyor. Çünkü, insanın belleğinde uzun süre yer alacak, etkileyici bir aktarım ruhu olduğu açık. Keşke bu tür filmleri sık sık görebilsek, fakat sinema yapay bir hal almış durumda.

Öykünün şaşırtıcı bölümler barındırması, filme çok çarpıcı etkiler katmış: Endi’nin çekiç istemesi, kimsenin haberi olmadan kazı yapması, üstün bir akılla tünelden kaçması gibi. Bunların yanında, büyük bir rastlantıyla Tomi’nin, Endi’nin boş yere tutuklanmasına neden olan katili tanıması; bu konuda tanıklık edeceğini söylemesi ayrıca Tomi’nin beklenmedik cinayeti. Bunlar filme değer katan olaylar.
Endi ‘nin kütüphanede çalışması, müdür Nortona yardımcı olmasıyla, süreç doğal akışında ilerlerken, Endi’nin geleceği hapishane içinde daha nasıl değişebilir ki, sorusunu akıllara getiriyor. Bir ümit olarak gelen Tomi ile Endi’nin hayatı değişecek mi, sorusuna yanıt hayır oluyor ki, Endi’nin Norton’a yardım yapıyor gibi görünerek işbirliği yapması, hapishaneden çıkmasına engel oluyor. Bunun böyle olacağını bilse, belki müdür Norton’la işbirliği yapmayabilirdi. Müdürünün, olayın açığa çıkmasından korkması ve ikiyüzlülüğü ile Tomi’nin öldürülmesinden sonra kaçış için tek yol kalmaktadır.
Oyunculuklar Benzersiz
Bu filmde Morgan Freeman’ın oyunculuğunu çok beğendim. Kusursuzca oyunuyla tam bir mâhkum gibi. Hapishane artık evi olan kütüphanecinin, çıkınca intihar etmesi çok acıklı. Hadley’i unutmamak gerek; o da infaz memurluğunu çok gerçekçi oynamış. Red’in en sonunda hapishaneden çıkma anı ve Endi ile buluşma anlarına duygusallık egemen.

Bir yerde anlayamadığım bir bölüm var. Endi’nin, hapishaneden kaçmak için duvardan, büyük resmin arkasından kazdığı bir tünel var. Buraya dek sorun yok. Kaçtığını fark ettikleri gün, koğuşuna girdiklerinde, her şey çok düzgün duruyor ama düzgün durmaması gereken bir şey var; resim. Endi’nin, kaçtıktan, resmin arkasından çıktıktan sonra, o resim, o denli düzgün ve gergin nasıl durabilir?
Bu türden küçük devamlılık eksikliklerine karşın, ilk andan itibaren büyük ama çok büyük bir film izlediğinizi, bu filmin içinize yumruk gibi oturacağını duyumsamak denli güzel bir şey yoktur. Bir insan, bir umut, bir hikâye, başka umutlar, kötülük, iyilik, tutku, hırs…
İnsana ait ne kadar özellik varsa hepsini doya doya anlatan ve her dakika devleşen özel anların tümünü keşfedersiniz, Esaretin Bedelinde. Bir filmin ödül alınca daha iyi film olmadığını anlarsınız. Garip ama Esaretin Bedeli “oskar” bile almamıştır! Ama kim bunu önemsiyor ki…