AK-KEME
Beyaz gemi filmi Bolotbek Şamşiyev tarafından 1974-75 yıllarında çekilmiştir. Filmde yedi yaşındaki çocuğun dedesiyle olan ilişkisi çekilmekle beraber insanoğlunu hümanizme, doğayla uyum içinde yaşamaya çağırmaktadır.
Çocuğun dedesi Mümin, tarihine önem veren, doğaya saygı duyan, güzel kalpli, çalışkan bir adamdır. Yaşadıkları yer dağda bir vadi olduğu için anne babasıyla terk edilen çocuğun iletişim kuracağı pek insan yoktur.
Dede torununun kalbinin, hayal dünyasının zenginleşmesine katkıda bulunan tek insandır. Ama hayal dünyası güçlü çocuk kendine bir dünya kuruyor ve orada yaşıyor.
Çocukların ruhu, onların temiz dünyası, masumiyeti o çocukla veriliyor. Bu dünyanın acımasızlığını, kayıtsızlığını kabullenemiyor, hayali olan ak gemiye yüzüp gidiyor.
Film, kalbi parçalıyor ve derin derin düşündürüyor, çünkü aslında gerçek hayatı anlatıyor. Filmde gösterilen problemler günümüzde de yaşanan sorunlar diye düşünüyorum.
Doğaya olan saygısızlık, insanların acımasızlığı, karı koca sıkıntıları, bırakılmış çocuk meselesi, insan kıymetinin sorunu, eğitime olan sorumsuzluk v.s.
İnsanın Ömrü Kadar Gönlü de Var
Filmdeki her diyalogun önemli yeri var. Efsane anlatılırken “İnsanoğlunu doğurmak ve büyütmek çok zor, ama öldürmek göz açıp kapanıncaya kadar” diyor. Aslında gönül de öyle. İnsanın ömrü kadar gönlü de var. Kırılan gönülle insan dolu-dolu yaşayamıyor.
Çocuğun sürekli babasını araması insanın kalbini parçalıyor. Bir çocuk için babanın rolünün ne kadar önemli olduğunu, ailede herkesin ayrı yeri ve değerli olduğunu görebiliyoruz. Her şeye rağmen çocuklar o temiz kalbiyle severler ve beklerler. Aslında bir ailede nasıl davranılmaması gerektiğini de gösteriyor film.
Filmde Kırgızistan’ın doğasını, 1970 yıllarındaki görüntülerini, kısaca tarihini vermişler. Bence efsane, kitaba göre daha güzel, daha süslü anlatılmıştır. Kitaptaki kız ve çocuk doğaya oynamaya gitmesi yerine, filmdeki beşiğin suya düşmesinin daha yaratıcı olduğunu düşünüyorum.
Mezara Ağaç Dikilmesi Geleneği
Depremi katmaları da izleyiciye doğanın gücünün yanında insan hiçbir şey olduğunu hatırlatıyor. Orozkul‘un ölmeden kendisine kurdurduğu mezarlık bozuluyor ve onun bir önemi kalmıyor.
Dedem ölmeden önce onun mezarına ağaç dikilmesini emanet etmiş. Torunları olarak o kocaman ağacı görünce ne kadar mantıklı adam olduğunu düşünmüştük ve bu filmi tekrar izleyince daha da çok o düşüncesine katılıyorum.
Oyuncular çok doğal oynamışlar. Herkes kendi rollerinin içine girmişler. Nurgazi‘yi bulmak için binden fazla çocuk bakılmış ve bu çocuğun çok haraketli olduğunu görünce hemen görüşmeler durdurulmuş.
Şamşıyev’in Sabrı
Gelince bir kamera kırmış, çekim sırasında yerinde bulamadıkları için Kârız anası, Sabira Kümüşaliyeva, Nurgazi’ye on metrelik ipe bağlayıp öyle çözüm bulmuş.
Çocuğun Orozkul‘dan da korkması için ya da Kulubey‘i sevmesi için oyuncular, kamera arkasında da öyle davranırlarmış.
Nurgazi’nin rolünün güzel ortaya çıkmasına Bolot Şamşiev’in emeğinin çok olduğunu, ilerleyen zamanlarda Nurgazi Sıdıgaliev kendisi söylemiştir.
Son olarak küçük ve gülümseten bir bilgiyle sözlerimi bitireyim: Beşiğin bebekle suda yüzmesi için çocuk bulmakta çok zorlanmışlar. Çekime bebeklerini getiren insanların hepsi suyu görünce vaz geçmiş. Yönetmen Bolotbek Şamşıyev, bebeği olan Gülcemal‘i yemek getir diye kandırmış, o arada bebeği çekime almış.