ERKEN AÇAN “GÖKÇEÇİÇEK”
Film, emeği geçenlerin adlarının birbiri ardına verilmesinden sonra bir gökçeçiçek görüntüsü ve bağlama sesiyle başlıyor. Peşinden, dağların doruklarına doğru bir çevrilme ile ufka bakan, eli asalı bir aksakalın gölgesi düşüyor, gözlerimizin önüne. Ufkun kızıllığından, kesme ile aynı yöne ikinci çevrilme, yarbaşında bir tümseğin üzerine oturmuş güzel bir köylü kızında duruyor. Adının Gökçeçiçek olduğunu öğreneceğimiz Hülya Koçyiğit, ışıltılı gözlerle başını çeviriyor. Yeni kesme, dilinde türküsüyle yaklaşan karayağız bir yiğitle Gökçeçiçek’i aynı karede birleştiriyor. Gökçeçiçek’in dilinden adının Selman Ali olduğunu duyacağımız Serdar Gökhan söylüyor, güzel dinliyor:
Yaz gelince beş ayları doğunca,
Ol çayların kenarını sel alır.
İki güzel bir araya gelince,
Yiğit kıza mendil verir söz alır.
İki gönül düşmüş hakkın yoluna,
Aşk ateşi yüreklerden dert alır,
Yiğit mendil asmış ağaç dalına
Dilek ağacı sır vermez, sır alır.
Türkünün eşliğinde birlikte yürüyüşleriyle; Gökçeçicek’in, Selman Ali’nin, yani sevgi sebebinin etrafında turna gibi dönüşleriyle; Selman Ali’nin Gökçeçek’in işlerine kömeğiyle; çeşmeden su alışlar, çalı çırpı toplayışlarla, iki gönlün bir olduğu anlatılıyor.
Derken bir başka gönlü yanık yiğit daha görüyoruz, Gökçeçiçek’i bakışlarıyla seven. Gökçeçiçek razı değil bu bakışlara ve yüz vermiyor, yaklaştırmıyor onu yanına. Oba beyinin oğlu Ahmet, uzaktan bakmakla yetiniyor şimdilik.
Birbiriyle iç içe geçmiş bu üç sahnenin peşinden Dilek Ağacıyla yeni sahne başlıyor. Tek başına, beleni şenlendiren dilek ağacının altında buluşuyor, yüreği yanıklar. Selman Ali’nin ve onun verdiği mendili, dilek ağacına bağlayan Gökçeçiçek’in, töreden can bulan sözleriyle kavilleşiyorlar:
– Dilek ağacından dileğin olsun!
– Ağacın eyisi özünden olur, yiğidin eyisi sözünden olur!
– Sözümüzden kuşku mu olur?
– Bilinmez! Obada bir şeyler dönmekte. Herkes susmakta. Sen de susmaktasın Selman Ali.
– Diyeceğim belli değil mi? Gören göze söz mü gerek Gökçeçiçek!
Bu sözlerle perçinlenen karşılıklı güven, ikisini de mutlu ediyor. Gökçeçiçek sevinçli ve mutlu başını Selman Ali’nin omzuna gömüyor; sevdiğinin yüreğine su serpmenin huzuruyla Selman Ali eğilen başı kaldırıyor, göz göze geliyorlar. Söze yer bırakmayan bakışlarla, aynı şeyi görüyorlar ve birlikte aynı yöne gidiyorlar, karenin solundan çıkarak sahneyi bitiriyorlar.
Gökçeçiçek ile Selman Ali sevgisi ve üçüncü âşık üzerine kurulu, alışılagelmiş duygulu Yeşilçam filmi izleyeceğimize kendimizi hazırlamışken, yeni konular giriyor devreye. Hem de ana konu kadar güçlü ve neredeyse onunla aynı düzeye çıkartılmış anlatımlarla.
“Paşa” unvanıyla “Devlet” diye görünen yüzün, hak ve hukuku hiçe sayan, yolsuzluğa ortak olan tutum ve davranışları
Develeriyle taşımacılık yapan Alakuşlar, tuz ocağının işletmeye başlayan Artuklar ve devletle milletin arasına çöreklenmiş, yaylağı ve kışlağı haraca bağlamış Katırcıoğlu arasındaki çekişmeler, o dönemde oluşmuş havayı anlatmak üzere kurgulanmış. “Paşa” unvanıyla “Devlet” diye görünen yüzün, hak ve hukuku hiçe sayan, yolsuzluğa ortak olan tutum ve davranışları, “kilidi içerden açan kahpe” konumundaki Memidik’in yıkıcı çabaları ve onca kötülüğün karşısında iyiliği var etmeye çalışanların öyküsü, Gökçeçiçek ve Selman Ali sevdası kadar yer tutmuş.
Yörük diye de bilinen konar-göçer Türkmenler, filmde “göçerler” diye adlandırılmış. Devir, Osmanlının, göçerler üzerinde uyguladığı “göçmeyin” baskısının yeni yeni hissedilmeye başlandığı zamanlar. Göçerlere yer gösterilmekte, buraya yerleşeceksiniz denmekte ama türlü “Bizans oyunları” da birlikte uygulanmaktadır. Devletin göçerleri iskân siyasetini, kendi çıkarları için kullanan ilkesiz ve kimliksiz fırsatçıları temsil eden Katırcıoğlu, devlet gücünü yanında göstererek iki obayı birbirine düşürecek tuzaklar kuruyor. Yörüklükten hiçbir şikâyeti olmayan ama değişimin oluşturduğu belirsizlikler içinde yalpalayan iki Türkmen obasında, geleceği yeniden kurma telaşı, iç çekişmeleri de beraberinde getiriyor. Memidik, yarın ovaya sahip çıkan olur, diyerek Artuk Beyin aklını çelme uğraşısında:
– Len dağın taşın sahibi devlet değil mi? Kim sahip çıkabilirmiş?
Artuk Beyin oğlu Ahmet de değişimcilerden taraf konuşuyor:
– Devran değişiyor baba. Ovalarda beyler türüyor. Gözün alabildiği yeri benim diye tapuluyorlar.
Artuk Bey, ulen oğlum tapu dediğinde ne ola, diye şaşkınlığını söze dökerken, Memidik can alıcı hamleyi yapıyor:
– Satın alıyorlar ağa!
Artuk Beyin öfkesi, sözünü gök gürültüsü gibi patlatıyor:
– Ulen Osmanlı toprak mı satarmış! Duyulmuş şey mi dediğin!
Zihinlerdeki Osmanlı algısı ile yürürlükteki Osmanlı gerçeği arasındaki fark, yerle gök kadar aralanmış ama yaylak ve kışlak arasında ömür süren göçerlerin bundan haberi yok. Artuk Beyin şaşkınlığı bu yüzden. Yaşanılanlar ve göçer Türkmenlere yaşatılanlar, yaşadığımız zamanda soykırım sözüyle açıklanabilecek türden baskılar. Ama o günlerin “Yeni Osmanlı” anlayışına göre göçerler bir sorun ve ne olursa olsun bir yere yerleştirilerek gözetim altında tutulmaları gerekiyor. Bu arada Artuk Beyin oğlu Ahmet, Gökçeçiçek’i istiyor, yüreği kararmış babası Memidik, bunu yeni bir fırsat olarak görüyor ve tamam diyor. Ancak, Gökçeçiçek sözünü söylemedi henüz:
– Ağacın iyisi özünden, yiğidin özü sözünden belli olur, öyle mi Selman Ali! Artuk Bey oğlu beni isteyince bir şey diyemedin mi? Öne geçip yol kesemedin mi? Çan özünde bunu kavillendiniz? Gördüm ikinizi… Yüreğime doğdu ya taş basıp sustum… Selman Ali razı gelmez dedim… Yiğidin eyisi sözünden belli olur dedim! İkrarın bu muydu Ali! Artuk Beyin gelini olacağım he mi! Öyle sansınlar! Dönen dönsün, ben dönmem sözümden! Var git şimdi! Dar boğazlardan geçesin! Geçesin de başına taşlar yağsın! Var git… Git… Git…
Filmin en can alıcı sahnesiydi, bu kargış ve kırgınlık dolu haykırış; sevginin doruklarından nefretin dibine iniş. Gökçeçiçek’te varlığını duyumsadığımız, yanına yönüne, önüne arkasına hiçbir şeyin yanaşamadığı arı duru mutlak sevgi, yine Gökçeçiçek tarafından koruma altına alınıyor, girilmez ve delinmez bir zırhla saklanıyordu. Gökçeçiçek, sevgiyi anlatıyordu, sevginin doruğunda yaşayan biri olarak. Selman Ali de aynı sevginin tutsağıydı ama Gökçeçiçek gibi değil. Onun sevgisi, sevgiye olan saygıyla sınırlı kalmıştı; bir kadının, Gökçeçiçek’in duyumsadığının çok gerisinde.
Yönetmen Lütfi Ömer Akad, bu çetrefilli gönül hikâyesiyle yetinmiyor. Obada yaşanılanlara ilişkin, yeni ilgi çentikleri atıyor, izleyenlerin bilinçaltlarına. Ortamı yansıtan manzara çekimleriyle; kıl çadırlardan, yayıklara, kök boya kazanlarına varıncaya kadar pek çok ayrıntıyla, Gökçeçikek’in, Selman Ali’nin ve Ahmet’in yaşadıkları çevreye, oba hayatına buyur ediyor izleyenleri.
Bekâ âleminde Allah’ın rahmeti üstlerinde olsun!
Obanın günlük işleri devam ediyor. Artuk Bey oğlu Ahmet’in, tuz ocağından kalkan katarı, dar bir geçide girdiği sırada bir takım sesler duyuluyor. Belirtilerde bir olağandışılık sezen Selman Ali, dönelim diyor. Olan bitene tepelerdeki eşkıyaların sebep olduğunu düşünen Ahmet, Artuk Beyin oğlu eşkıyadan korktu dedirtmem, yürüyelim diyor. Yürüyorlar ve hemen sonrasındaki deprem, iki kişi dışında hayvanları da insanları da sağ bırakmıyor. Selman Ali kurtuluyor. Ahmet ise yaralı. Selman Ali bin bir güçlükle bir yandan Ahmet’in yaralarını iyileştiriyor, bir yandan da obaya ulaşmaya çabalıyor.
Bu arada obada, depremin ardından kurtarma için gidenler, döndüklerinde, hiç kimsenin canlı kalmadığını söylediler:
– Bu mekânda yerleri taşla örtülü. Bekâ âleminde Allah’ın rahmeti üstlerinde olsun!
Obadakiler, üzgün ve çaresiz. Bu zor zamanlarda yol yordam gösterecek aksakal da yok önlerinde. Göçerlikten vaz geldikleri için “Dede” onlara küskün. Gökçeçiçek hariç! Gökçeçiçek düzenli olarak aksakalın yanına varıyor; derdini söylüyor, sebep soruyor, çare öğreniyor ve güçlenerek obaya dönüyor.
Depremi yüreğinde hisseden Gökçeçiçek umutlu. Gökçeçiçek, “yiğidim” dediği Selman Ali’nin ölmediğine ve döneceğine inanıyor. Onlar gelinceye kadar, obaya tebelleş olan kötülerin, şehirli ve dağlı eşkıyanın tuzaklarını bozmanın öncüsü oluyor.
Selman Ali ve Artuk Bey oğlu Ahmet, günler sonra obaya ulaşıyorlar. Herkes düğün bayram ediyor ama Gökçeçiçek hâlâ bildiğini okuyor. Önce Ahmet’in yüzüne, sonra Selman Ali’ye karşı “dönecek, yiğidim gelecek” diyor, geçip gidiyor. Ere eş olmaz, diyerek Ahmet’i vazgeçiriyorlar, Gökçeçiçek sevdasından. Selman Ali, bırakmaya niyeti yok, görünüyor. Çevredekiler Gökçeçiçek’in aklını yitirdiğini söylüyorlar. Oysa Gökçeçiçek, bütün olumsuzluklara karşı direnmeyi öğreten, zalimin karşısında dik durmayı görev kılan değerlerin hükmüne girmiş. Bu tutumu besleyen kaynak, ihtiyaç duyulduğunda hep hazır bekleyen, törenin koynunda korunan ve tüm zamanların ruhuna hâkim olması istenilen değerler mi? Lütfi Ömer Akad, yönlendirmeleriyle bunu düşünmemizi istemiş olabilir. Çünkü Gökçeçiçek, binlerce yıllık atalar geleneğinin somutlaşmış görünümü gibi olaylara yön vermekte ve Selman Ali’yi yeniden “yiğit” olmaya doğru itmektedir.
Çünkü Gökçeçiçek’in yol göstericisi bir aksakaldır ve kuralı baştan söylemişti:
– Acıyla yoğrulan, Hak nuruna kavuşur kızım! Üçler, Yediler, Kırklar deminde sır-ı aşk yüreğine ayan olur.
Türk inançlarında her daim yer alan ama başka başka adlarla anılan iyiliğin, doğruluğun temsilcisi ve koruyucusu Pir, Eren, Evliya ya da filmdeki adıyla Dede. Filmde yedi yerde karşılaştığımız aksakal, Gökçeçiçek ve Selman Ali’yi doğru yola iten ruhu, onlara aşılıyor, yol gösteriyor. Kimi zaman kemençe ve yayla, kimi zaman koruyucu ruh olduğuna inanılan tavşan postu sarılı tokmakla vurduğu kam davulunun sesiyle, yere göğe etki ediyor, ruhlar âlemini harekete geçiriyor. Geleneği, gelecek haline getiriyor. Kötülük dolu şeytanı korkutuyor, iyilik meleğiyle korkan yüreklere güven salıyor, Tengri’nin izniyle Türk Töresini yaşatıyor.
Katırcıoğlu töre möre bilmem diyor! Ben de aman dilemem!
Türk Töresi, çok açık ve yalın: Zalimin karşısında, mazlumun yanında olma durumu. O zalim en güçlü olsa bile tutum değişmez. Ama Katırcıoğlu, ben töre möre bilmem, işte Paşamızın fermanı diyor, Gökçeçiçek’in zincire vurulması Töreye aykırı diyen, Selman Ali’ye. Selman Ali, gereğini yapmasını söylüyor Artuk oğlu Ahmet Beye. Artuk Beyin ölümüyle o geçmiştir obanın başına. Ama babasının oğlu değil o! Yeni dönemin, yeni beyi Ahmet, mırın kırın ediyor. Selman Ali ise yol yordam öğrenmenin güveniyle beyin yüzüne karşı haykırıyor:
– Katırcıoğlu töre möre bilmem diyor! Ben de aman dilemem! Bey katında “yaşlılar süreği” istiyorum! Şimdi!
En alttakinin en üstekine emridir bu ve yalnızca Türk töresinde karşılığı vardır. Hiç kimse eşit değildir ama adalet herkes için eşittir. Yönetim kurulu, ihtiyar heyeti, yaşulular maslahatı, şura, meclis, parlamento, adına ne denilirse denilsin, en alttakinin isteğiyle orada olması gereken herkes anında toplanacak ve gecikmeden adaleti sağlayacaktır. Türk Töresinin bunu gerektirdiğini biliyor, Selman Ali.
1972 yılında Türk izleyicisine sunulan Gökçeçiçek, sıradışı bir Lütfi Ömer Akad anlatımı. Ana izleği kadın olan bir kurmaca. Ancak yan anlatımların etkisi, neredeyse ana öyküyle koşut bir seyir izliyor. Şimdi bile filmlere konu edilmekten çekinilen, uzak durulan Türklerin kimliği, töresi bu çok yönlü kurmacanın diğer önemli katmanları. Film, Selçuklu’yu, Osmanlı’yı ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türklerin köklerini oluşturan Türkmenlerin, zorunlu iskâna tabi tutulduğu, 19. yüzyıl Osmanlısındaki toplum yaşamından kesitler aktarıyor. Gökçeçiçek ve Selman Ali özelinde anlatılan gönül hikâyesiyle, Türk töresinin davranış özelliklerine göndermeler yapılıyor. Kadının güçlü ve mutlak sevgisi, erkeğin sevgiye koşulsuz saygısı ve kadının toplum üzerindeki onarıcı etkisi vurgulanıyor. Başkalarının egemenliği altına girmeyi kabul etmeyen, âdil ve özgür düşünmeye yön veren Türk töresinin, toplum yaşamına zarar verecek iç ve dış etkilere karşı direnme gücünün kaynağı olduğu, başarılı bir sinema anlatımı ile aktarılıyor.
Gökçeçiçek filminde doğrudan anlatımlar kadar etkili olması istenen yan anlamlar, Türk söylencelerinin simgeleriyle aktarılıyor. Ayrıca dönemin değişim geçiren yönetim anlayışı ve dönüştürülmeye çalışılan toplum yaşamı hakkında da ipuçlarıyla dolu bir içeriğe sahip. Dolayısıyla Gökçeçiçek filmi, yalnızca sinema sanatı açısından önemli olmakla kalmıyor, söylence, toplum ve halk bilimi üzerinden açıklanabilecek pek çok bilgiyi barındırmasıyla da kalıcı bir ilgiyi hak ediyor.
Türkülerden, atasözlerine, yaylak ve kışlak geleneğine kadar, medeniyet hazinemizin pek çok somut ve soyut öğesini içeren film, mutlu bir sonla bitiyor. Kötüler layığını buluyor, Gökçeçiçek ve Selman Ali yeni bir dünyanın kapısını ardına kadar açıyor.
Lütfi Ömer Akad, bu filmiyle o dönemde çizilen çerçevenin dışına bir adım atma cesaretini gösterebilmiş bir Türk sinemacısı. Bu adım onun faydasına olmuş mudur, tartışılır. Gişe yapmayan bir filme imza atmış olması, cephesi para kazanmaya dönük olanlar için faydasız bir iş yapmış olması olarak değerlendirilebilir. Küresel kültür sömürüsüne, yerli değerlerle, millet olma bilincini yaşatan edebi ve tarihi yapıtlarla karşı durulmasını düşünenler içinse Türk sinema sanatına kazandırılmış yeni ve değerli bir baylık olarak görülebilir.
Bilinçli ya da bilinçsiz karşı duruşlara, değersizleştirme çabalarına karşın adaletin, doğrunun, iyinin, sevginin, yani töreye uygun davranışların kazanacağını anlatan güzel bir film Gökçeçiçek.
Filmin akışını hızlandıran Türkülere ne demeli bilmiyorum, Çukurovalı Sanatçı Sadık İçlises okadar mükemmel yorumlamış ki alkışları hak ediyor..