TÜRKMEN TÜRKLERİNDEN İZLER
Çölde yanan közlerin üzerinde kaynayan suyla, porselen demlikte çay hazırlayan, geleneksi kıyafetler içinde genç bir kadının görüntüsüyle başlıyor film. Kadının yaşmağının ucunun usul usul sallanması, Mahdumkulu’nun “Çöl üstünden eser yeli Türkmen’in” sözünü akla getiriveriyor. Sonra, çevrilmeyle kadın takip ediliyor ve çekimin sabitlendiği yerde iki sopanın üstüne atılmış bir “don” la oluşturulan gölgeliğin altında kuma gömülü, yalnızca başı dışarıda olan yaşlı bir adam görünüyor. Kadın, demlikten küçük porselen çanaklara çay boşaltıyor ve bir eliyle doğrulmasına yardım ettiği yaşlı adama içiriyor, ardından üzerindeki kumları temizleyerek giyinmesine yardımcı oluyor ve birlikte yürüyerek kareden çıkıyorlar.
Filmin devamında bu ikilinin, gelin ve kayınbaba oldukları anlaşılıyor. Gelinin, Oğulgeyik’in kocası Murat, film boyunca geri dönüşlerde ve hayal sahnelerinde görünüyor. Çünkü savaş uçağı pilotu olarak Sovyet ordusunda görev yapan Murat henüz yeni evliyken 2. Dünya Savaşı başlıyor. Karısını, çöl ortasındaki bir köyde, hayvan yetiştiriciliğiyle uğraşan yaşlı babası Anna ağa ile birlikte bırakan Murat savaşa katılıyor. Ancak bir gün kolhoza gelen bir asker, onun uçağının düştüğünü ve tüm aramalara karşın Murat’ın bulunamadığını söylüyor. Genç kadın, onun bir gün mutlaka geri döneceğine inanıyor ve kayınbabasıyla birlikte o günü bekliyor.
Çölün Çekiciliği
Filmin kurmaca olma özelliğinin yanı sıra, pek çok yerinde, çölde yaşayan Türkmenlerin geleneklerini ve tutumlarını anlatan belgesel yanı da var. Çöldeki hayatın sadeliği, dışarıdan bakanlara zormuş gibi gelen işlerin kolaylığı, izleyiciye çok dikte edilmeden sunuluyor. Çadırın açık ucundaki keçelere su serperek gelen havanın serinletilmesi; erkeklerin köyneklerinin üzerine giydikleri, don adı verilen giysinin gölgelik olarak kullanılması; develere kuyudan su çektirilmesi; gelen konuklara deve sütünün suyla mayalanmasıyla oluşan çal adlı içeceğin sunuluverilmesi gibi davranışlar, çöl hayatının gidişatı hakkında ipuçları veriyor.
Çöl üzerindeki kolhozda hayatın tamamına bu Türkmen yaşlısıyla genç kadının çabaları hâkim. Gelini o dönemin önemli oyuncularından olan Maya Aymedova canlandırıyor. Gelinin adının Oğulgeyik olması ayrı bir Türkmen özelliğini gösteriyor. Türkmenlerin Tavus, Maral, Börü, Köşek gibi hayvan isimlerini ve elma, üzüm gibi meyve adlarını çocuklarına verdikleri biliniyor.
Bir Fedakârlık Abidesi
Geçerli sinema kurallarına göre çekilen filmin, öne çıkan sanatsı üstünlüğü yanında, çekim yerlerinin ilginçliği ve Türkmen hayatından izler taşıması da kurmacayı önemli hale getiriyor.
Yaşayanlar Türkmen olunca, Türkmen gelenek ve görenekleri de her yerde görülüyor. Oğulgeyik, kayınbabası Anna Ağaya öylesine saygılı davranıyor ki imrenmemek elde değil. Gelinin kayınbabasının yanında konuşmamaları, evli kadınların ağızlarını yaşmaklarının ucuyla örtmeleri gibi alışılmış davranışları, Oğulgeyik hakkıyla yerine getiriyor. Zaten Oğulgeyik kişisi, bir fedakârlık abidesi gibi; her işe koşuyor, her türlü zahmete katlanıyor.
Bir süre sonra kolhoza genç bir aile taşınıyor. Değişen bir şey olmuyor ve gelenekten gelen davranışlar devam ediyor. Kolhoza yeni taşınan aile, çadırlarını yerleşik olanların istediği yerde kuruyor; gelenlere, hemen hoş geldiniz çayı götürülüyor. Yeni gelen ailenin çocuğu keçenin üzerinde aşık oynuyor, köpekleriyle akran ve arkadaşmış gibi uğraşıyor; Anna ağa onunla kendi torunuymuş gibi ilgileniyor.
Film aynı zamanda kolhoz hayatının güçlüklerini de anlatıyor. Tam sürünün yaylımdan döndüğü sırada yalaklara su çeken Anna Ağa, kuyuya fare leşinin düştüğünü fark ediyor. Anna Ağa, Oğulgeyik’le birlikte koyunların o suyu içmemesi için büyük uğraş veriyor. O yaşlı haliyle kuyunun suyunu boşaltıyor, kuyuya iniyor ve dibini iyice temizliyor. Dolan yeni suyla sürü sulanıyor. Maddeten bu temizliği yaptıktan sonra, koyunlar hastalanmasın diye ikisi birlikte sürünün etrafında ateş yakarak koyunları korkutuyorlar, bir nevi manevi temizlik yapıyorlar.
Sovyet Filmi
Baştan sona filme konu olan bu geleneklere karşın filmin çekildiği tarih göz önüne alındığında, filme, Sovyet filmi demek daha doğru olur. Yönetmen Hocakuli Narlıyev ve oyuncular her ne kadar Türkmen olsalar da, filmde Sovyet düzeninin yaymaca etkisini görmek mümkün.
Kolhozun şehirle ulaşımını sağlayan sürücü, Murat’ın kaybolduğu haberini iletmek üzere Anna Ağa ve Oğulgeyik’in yanına gelen ordu görevlisini getirdiği sahnede, bir yandan genç kadının gönlünü çalma çabasına girerken ki hiçbir şekilde olumlu karşılık alamıyor, bir yandan da düzenin iyiliğinden, güzelliğinden dem vuruyor. Kamyonun üzerinde, Oğulgeyik’in sunduğu çalı içerken ona övgüler düzüyor ve ekliyor; İyi misin Oğulkeyik?… Ben sana bir sürü şey getirdim… Bak bu saklama kabı: Çayını gızgın, çalını buz gibi saklar… Bunların hepsi sana; eldiven, çorap… Kolhoz’un armağanı… Eskiden her şey zenginler içindi… Şimdi her şey bizim için! Ama boşuna uğraşıyor, Oğulgeyik getirilenleri alıyor, sırtını dönüp gidiyor.
Oğulgeyik’in Bitmeyen Umudu
Oğulgeyik içinde taşıdığı umut ile ne Anna Ağanın yanından ayrılmayı; ne de her pervane gürültüsünde gökyüzüne bakarak koşturduğu çölü terk etmeyi istiyor. Yaşlı adamla arasındaki sevgi öylesine güçlü ki, Oğulgeyik kendi anne babasının evine dönmemek için ellerine kapanıp yalvarıyor, Anna Ağa ona yavrucuğum anlamında Köşeğim diye hitap ediyor. Köşek, deve yavrularının doğumundan itibaren geçen altı aylık dönemdeki, en sevimli oldukları zamandaki adıdır ve Türkmenler için deve ve at ailenin bir ferdi gibidir.
Her ikisi için de gittikçe güçleşen bir bekleyiş sürüyor. Oğlunun kötü haberini alan, gelininin durumuna çözüm bulamayan çaresiz Anna Ağayı, Hocam Ovazgelenov oynuyor. Hocam Ovazgelenov’un, parti toplantısı için gittiği kentten dönüşünde, orada olan biteni geliniyle paylaştığı ve ona armağanlar verdiği sahne, ortaya koyduğu oyunculuk gücü açısından özellikle izlenilmeye değer. Türkmen sohbet alışkanlıklarını bir törene dönüştüren ve anlatımlar esnasında olay yeniden yaşanılıyormuş duygusu uyandıran tavır ve ifade zenginliğini Ovazgelenov’un oyunculuğunda görmek mümkün oluyor.
Sanki Murat Gelmiş Gibi
Yeni gelen ailenin ikinci çocuklarının doğum sahnesiyle bekleyişin seyri değişiyor. Türkmen deneyimlerine göre bir doğum gerçekleşiyor. Kadın çadırın uk denilen kavisli ağaçlardan oluşan duvarına asılan bir ipe tutunarak ayakta doğum yapıyor. Kadının doğumunu kolaylaştırmak için tüfekle havaya ateş açılıyor. Komşu köyden gelen ebe, bebeğin göbeğini Oğulgeyik’e kestiriyor ve ekliyor; İşte şimdi bu çocuğun göbek anası oldun. Oğlun sana ilk kazancından hediye alır. Ondan hep saygı görürsün. Bu geleneğin en güzel yanı budur.
Oğulgeyik bebeği kendi bebeği gibi görmeye, öyle hayâl etmeye başlıyor. Sanki Murat gelmiş gibi, can bulmuş gibi seviniyor. Ebe kadın, olan bitenden habersiz, küçük çocuğa doğan kardeşine ne ad verdin diye soruyor. Çocuğun yerine babası biz ad bulamadık diye cevap veriyor. Bunun üzerine ebe içinden geçeni söyleyiveriyor; Gidenler sağ salim gelsin diyerek Amangeldi adını takalım. Ya da her zulümden özgür olsun diye Azat adı takalım.
Türkmenistan’ın Sovyet dönemindeki önemli yönetmenlerinden biri olan Hocakuli Narlıyev’in bu filmi, hem İkinci Dünya Savaşı öncesinde hem de sonrasında yaşananlar hakkında ipuçlarıyla dolu, yalın anlatımlı, hoş ve sade bir yapıt.