Film izleğinde etkileşim, filmi ve birbirini anlama…

Sinema, insanların ve toplumların birbirlerini tanımasına fırsat tanıyan, nispeten zahmetsizce erişilebilen bir etkileşim alanı.

Özellikle günümüzde sağlanan erişim kolaylıkları sinemayı, tercihini rahat yaşamaktan yana kullanan kişiler için hayatının bir parçası haline getirdi.

Bu haliyle, oturduğumuz yerden bizlere evrenler kuran ve bizi onu anlamaya götüren yolları apaçık gözler önüne seren sinema, herkese çok büyük fırsatlar sunuyor gibi görünüyor. Gerçekten böyle mi?

Her yıl hemen hemen aynı merkezlerden binlerce yeni film üretiliyor ve izleyicinin istifadesine sunuluyor. Holivud ve Bolivud’un yaklaşık ikişer bin sinema filmiyle başı çektiği üretime diğer ülkelerde gösterime giren bin kadar yeni sinema filmini de eklediğimizde ortaya çok büyük bir film baylığı çıkıyor.

Bu baylık o kadar çok çeşit ve sayıda ki, tüm filmleri izlemeye insan ömrü yetmez. Peki, bu bolluk içinde hangi filmleri izleyeceğiz veya izlemek istediğimize nasıl karar vereceğiz?

Konusuna göre veya türü, ülkesi, oyuncusu, yönetmeni, senaryosu ve sair özelliklerine göre bir seçenek daraltması yapılabilir. Ya seçenek dışı bıraktığımız filmler arasında kaçırılmayacak üstün niteliklere sahip bir film varsa? İşte içinden çıkılması maharet ve zahmet isteyen zor bir durum.

Bu zorluk yerinde ve zamanında gerçekleştirilen yönlendirmelerle kolay hale getiriliyor. Sinemanın önemini çok önceden kavramış devletlerin desteklediği üretici kurum ve kuruluşlar, insanları bu çok seçenekleymiş gibi görünen çıkmazdan kurtarmanın yollarını da, onları yormadan gösteriyorlar.

Ödüller, açıklanan gişe gelirleri, izleyici sayıları, eleştiriler, televizyon yayınları gibi pek çok alandan yapılan yüklemelerle istenilen filmi, istediğimiz filmmişçesine izlememiz sağlanıyor.

Bu durumda binlerce yeni filmle insanlar çok seçenekli bir bolluğa mı yoksa binlerce seçeneği olan bir tekliğe mi itiliyor sorusu, aklımıza geliveriyor.

Eğer böyle bir durum gerçekse tek tipleşmemiz, istenilen biçime evrilmemiz işten bile değil. Dileyelim ki durum böyle değil. Ama biz böyleymiş gibi farz ediyoruz ve SİNEMASALI gönüllüleri olarak, bizim dışımızda gelişen bu üretimin, bizim faydamıza olacak yanlarını öne çıkaralım istiyoruz.

sinemasalı

 

SİNEMASALI gösterimlerinde bir araya gelen farklı yaşlara ve mesleklere sahip kişilerden oluşan topluluğumuzla aynı filmi aynı ortamda izleyerek anlamaya çalışıyoruz. Filmin bitiminde anladıklarımızı dile getiriyoruz. Bizim için önemli olan ve öne çıkan konuları topluluğumuzla paylaşıyoruz.

Görüyoruz ki filmle birlikte aslında birbirimizin farklılıklarını, bakış açılarını ve yorum derinliklerini de anlamaya başlamışız. Müthiş bir zenginlik! Tek başına on kez izlense dahi bir araya getiremeyeceğimiz ayrıntılar havada uçuşuyor.

Seyredip geçtiğimiz filmlerin tersine, SİNEMASALI’da, izlediklerimizi anlamaya başladığımız, düşündüklerimizden başka anlamları duyduğumuz bir ortamda, filmin bizi şekillendirmesinin ve etkilemesinin ötesine geçip, yapımcının, yazarın ve yönetmenin, ekibi ve oyuncularıyla birlikte bizi sürükledikleri içeriği eleştirmeye başlıyoruz. İyi veya kötü yanlarını bir bir ortaya çıkarıyoruz.

Hele bir de üst bakış ortaya koyacak meslek çalışanlarından birileri varsa ki genelde oluyor, o zaman müziğin seçiminden, ses seviyesine, ışığından kurgusuna, seslendirmeden repliklerine kadar filmin her karesi övgüden ve yergiden payını alıyor.

SİNEMASALI gösterimlerinde hiç tanımadığımız, asla bir araya gelmediğimiz yönetmenler, izlediğimiz filmlerin büyüleyici ve kuşatıcı havasında bizlere kendi düşünce dünyalarından bir şeyler anlatmak isterken biz de birbirimize bir şeyler anlatalım istiyoruz.

Filmi şekillendiren yönetmenin beslendiği medeniyet pınarıyla bizi şekillendiren kaynakların arasındaki uyumu ve uyumsuzluğu film üzerinden irdeliyor, kâh hayranlığımızı kâh öfkemizi dışa vuruyoruz.

Hayranlığımız sinemayı bir sanat alanı olarak görenlere; iyi ve güzel adına saklı kalmış değerleri öyküyle, resimle, sesle, müzikle, oyunculukla yani içimizde zaten var olan ama zaman zaman yitirdiğimiz özelliklerimizle bizlere hatırlatanlara.

Öfkemiz, bencilce yaklaşımlarla özlerinden başka hiçbir şeye saygı duymayan; tabiatla ve insanla kavgalı zihinlerinde yarattıkları ötekileri yok sayan, aşağılayan, hor gören ve bu kibirli tutumlarına sinema sanatını kılıf yapanlara.

Hayranlığımız olmasa, öfkemiz de olmazdı diye düşünüyoruz. Yani öfkemizin kaynağı sevgimiz; insana olan, insanımıza, yurdumuza, yaşadığımız dünyamıza olan sevgimiz. Yaratandan dolayı yaratılana olan muhabbetimiz.

Bu yıl, izlediğimiz filmlerle SİNEMASALI topluluğumuz, film izleme, etkileşim ve birbirimizi anlama diye özetleyeceğimiz etkinlikle devam etti. Geçmiş yılarda olduğu gibi seçilmiş filmleri izledik, görüşlerimizi paylaştık ve yorumlarımız yazdık.

İzlememiz istenilen, genel kabul görmeye ayarlanmış filmlerin uzağında, sanat yönüyle öne çıkan, bir haliyle bizi ilgilendirdiğini düşündüğümüz filmleri seçtik.

Özveri ve içtenlikle paylaştığımız bu ortamı yeni dönemde de, yeni filmlerle sürdürmek istiyoruz. Sürdürmek istiyoruz, çünkü, SİNEMASALI gönüllüleri olarak bu yıl da fark ettik ki, bir filmi birlikte izlerken filmi daha iyi anlamanın yanında, izleyici topluluğundaki herkese diğerini anlamanın yolları açılıyor; filmin soyutluğunda içten ve somut paylaşım olanağı oluşuyor.

Önceki İçerikYaratan’ın çizdiği sınırlarda insanca yaşam
Sonraki İçerikÇağın Sürüklediği Son…
" Yazacaksınız, yanılgı nerdedir, doğrusu ne olabilir; tartışacağız, iyisini elbirliğiyle araştıracağız. Hadi, hazır mısınız? Ben hazırım, ne eleştirmekten korkarım, ne eleştirilmekten; üstelik o çok sevdiğim kusurumu hâlâ düzeltemedim: Fena halde doğru söylerim!.” Atilla ilhan (1925-2005)

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz