Sinema bize kişinin kendisiyle yüzleşme imkanı sunar. Yönetmen kişiyle yüzleşmeye kararlı, kişinin arayış hikayelerini anlatmaya cesaret gösterir. Akira Kurosava filmlerinde karakterlere yüklediği “kendini unutmamak” anlayışıyla bir yönetmen olarak sinema tarihinde yer edinmekle kalmadı, 1975 yılında çektiği Dersu Uzala filmiyle de hala günümüzde kişiyi özüyle yüzleştirmeyi başarabiliyor.
Kişinin doğası nedir? Neyi arar? Bulmak için neye inanır? Bulduğuyla ne yapar? Filmin ilk sahnesi bu sorularda olduğu gibi bir arayışla başlar. Filmin ana karakteri V. Arsenyev, geçen yıllarla birlikte değişen vahşi doğanın yerini, kontrol edilebilir bir düzen inşa edilme aşamasında olan ormanda, bir hatırasını arıyor gibidir. Bir zamanlar etrafı sedir ve köknar ağaçlarıyla kaplı toprağına gömdüğü dostunun hatırasını, onun mezarını. Kişi varoluşu gereği onuru hak eder; doğmayı, yaşayabilmeyi ve gömülmeyi nihayet bir mezara sahip olabilmeyi.
Arsenyev, artık “yabancısı” olduğu şehirleşmeye hazırlanan ormanda mezara benzer bir şey bulamayacağını anlar. “Henüz kimsenin ölmeye vakti olmadığını” ona söyleyen, soruları cevaplamaya vakti olmayan bir adam aceleyle artık bir başkasının mülkiyeti olan ormanda çalışmak üzere Arsenyev’in yanından uzaklaşır.
Akira Kurosava, Japonca olmayan tek filmi Dersu Uzala’yı, yönetmen kariyerinin kendini bulmayı umduğu en kaybolmuş yıllarında, bir Sovyet yapım şirketinden gelen davetle çekmeyi kabul eder. Bu yeni yolculuğa çıkaran Dersu Uzala’yı kaşif, botanikçi Rus askeri Sibirya’nın iç kesimlerinde geçen seyahat notlarında keşfedilmiş bir kılavuz, içten bir dost olarak tanıtır.
Aslında bu film, Rus İmparatorluğunun sınırlarının savunmasız olduğunu düşünen Rus ordusu için Sibirya bölgesinin altyapısını keşfetmesi maksadıyla görevlendirilen Arsenyev’in, bir mit ürünü olarak değil, gerçek bir yaşamın hatırasında, “kahramanın yolculuğu hikayesini” anlatır. Kişiliğinde vahşi yaşama meraklı bir yüzbaşı olarak bu görev, Arsenyev için maceraya bir çağrıydı. Tıpkı Akira Kurosava’nın filmlerinde göstermeye meraklı olduğu, kişinin doğasında yatan vahşi hikayeleri gibi. Aradığımızı bulmak için çıktığımız yolculukta, karşılaştığımız Dersu Uzala, bizi neye inandıracak?
Sibirya topraklarında, kaplanların ve ayıların uçurumlarda dolaştığı, somon ve lenokların nehirlerde gezindiği, uzak yaylaları ve engebeli dağ geçitleriyle bilinen vahşi Ussuri Kray bölgesinde Rus asker ve ekibi şarkı söyleyerek ilerler. Sözleri ağaçların öbeklerinde çınlar “Adalarda avcı bütün gün boyunca dolaşır ama şansı yoktur ve kendine küfreder ne yapacak eve nasıl yemek götürecek, nasıl neşeli olsun? Ne yapmalı daha iyi nişan almaya çalışacak böylece avcı sularda iz aramak için yola koyulur balıkların bol olduğu yere gider güzel havada kıyıda çok balık vardır.”
Arsenyev, keşif esnasında gözlemlediklerini notlarına merakla düşer: “Bazen dağlar ve ormanlar çok çekici görünür, bazen de kasvetli ve vahşi.’’ Ormanda geçen ilk vadinin derin ve gizemli, tahmin edilemez vahşiliği, ona Ortodoks inancının hikayelerinde geçen cadıların şeytan için toplandıkları “şabat” gecelerini anımsatır. Ansızın düşen bir kaya gibi doğanın çıkardığı sesler, onları gecenin derin sessizliğinde ürkütür, yalnız ve güçsüz hissettirir.
Ormanın derinliklerinden, gecenin karanlığında yürümeye alışkın Dersu, ansızın karşılarına çıkarak yanlarına gelebilmek için izin ister. Askerler şaşırır: “Şuna bakın bir adammış, ayı gibi ses çıkardı.”
Arsenyev ve ekibi Dersu ile tanışır. Yüzbaşı Dersu Uzala’yı tanımak için kaç yaşında olduğunu, ailesini, ne iş yaptığını sorar. Dersu Uzala’nın kendini tanıtma biçimi, doğaya dönüktür. Şehirde kayıt altında tutulan bilgiler, anın içinde yaşanılan doğada belirsizdir, tıpkı Dersu Uzala’nın yaşı gibi. Şehir hayatında ne iş yaptığı, kimliğinin değerini gösterirken, doğada işi nasıl yaptığı, koşulların kişiyi dönüştürdüğü ruhsal bir öğretidir yalnızca.
Dersu Uzala, usta bir avcı ve becerikli bir iz sürücüdür. Bu işi hakimiyet kurma anlayışıyla değil, kendi ihtiyaçlarını giderecek kadar dengeli ve insancıl bir tutumla yapar. Yüzbaşı’nın ekibine kılavuzluk etme teklifini kabul eden Dersu Uzala’nın, kar, sel, fırtına, açlık gibi doğanın belirsiz sürprizleri karşısında, sezgisel ve akılcıl çözümleri vardır.
Sezgiselliği ise doğaya odaklanmış gözlem gücünden gelir. Tıpkı meditasyon halinde olan bir keşişin zihnini terbiye etmesi gibi, o da, doğanın içinde yürüyen bir nefes, can olarak, adımları doğayı tanımaya kendini adar ve tehlikelere karşı akılsız içgüdülere yol gösterir. Vahşi doğanın öğretisi olan canlıcılık, aynı zamanda Dersu’nun, dünyayı algılama biçimidir. Aranılanı bulabilmek için doğada yapılan yolculukta, her canlı bir kişidir. Onlara iyi davranılır, saygı duyulur, yardım istenir ve yardım edilir. Arsenyev, Dersu’nun yönlendirmelerine kendisini teslim etmiştir, onun ustalığına ve zekasına güvenir.
Filmde, silahla talim yapan askerler, cam şişeyi vurmaya çalışarak kendi aralarında eğlenirlerken, o esnada Dersu Uzala, yanlarına gelerek, bu davranışlarının kötü olduğunu söyler; çünkü cam şişeye, doğada ihtiyaç vardır. Bu davranışın yerine, ipi vurmak, hem ihtiyaçlarını ziyan etmez, hem de talim yaparak, boş zamanlarını, faydalı işle değerlendirmelerini sağlar. Çünkü iyi olan, insancıl, herkesin faydasını gözeten davranış sergilerken, kötü olan, kişiye faydasız işler yaptırır.
Filmde zaman ilerler aradan uzun mevsimler geçer, Dersu Uzala artık yaşlanmış gözleri zamanla iyi görme beceresini yitirmiştir. Yüzbaşıyla ormanda keşiflerine devam ettikleri bir gün, Tunga dilinde amba dediği sibirya kaplanıyla karşılaşan Dersu, onunla iletişim kurarak, onu uzaklaştırmaya ikna eder. Kaplan geri çekilirken, Dersu, kaplanın hareketini yanlış yorumlayarak, birden tetiği çeker ve sırtından vurulan kaplan, gözden kaybolur.
Bunun üzerine kaplanı, kendi inanç dünyasına uymayan bir şekilde, kalleşçe öldürdüğünü düşünür. O günden sonra, kendi sonunun, bir amba ruhu tarafından geleceğine inanır, büyük bir vicdan azabıyla derin hüzne gömülür.
Yüzbaşı, Dersu’nun kendini cezalandırma biçimini, salt akılcıl bir tutumla batıl inanç zanneder, ancak yine de, dostluklarına duyduğu merhametle karşılık vermek isteyerek, artık gözleri iyi görmeyen ihtiyarlamış Dersu’yu, şehirde yaşadığı eve, birlikte yaşamaları için davet eder. Dersu, ancak kanga orman ruhunun ormanda yaşamasına izin vermediğine inandığından, Arsenyev’in teklifini kabul eder ve ormanı terk ederek şehre gider.
Bu durumu kabullenmesi, Dersu için kolay olmaz, tüm yaşamını doğanın ritmine göre şekillendirmiş bir “can”, “ruh” olarak, biri için, karşılıksız, para beklemeden odun kesememek, suya para vermek, dilediği orman alanında atış yapamamak onun dünya görüşüne göre anlam bulmayan kötü şeylerdir.
Bu değişen yeni dünyaya, ait olmadığının farkındadır ve ona doğru yaklaşmakta olan bir yolculuk hikayesinin bitişine de, bu yüzden, Yüzbaşı dostunu ikna ederek, yurduna vahşi taygaya geri dönmeye karar verir. Kim bilir, özünün ne olduğunu unutmamak, bir yolculuğu başlattığı gibi, kendini bulmak da, zamanı geldiğinde, cesur bir veda anlamına gelir aynı zamanda…