Bu kitaplar sana ne vadeder ki?

Amerikan Rüyası ve içine hapsedip uyuşturduğu insanlar. 1950’li yılların yayın ve eğlence kesiminin robotlaştırdığı insanlığın hikayesidir Fahrenhayt 451. Sansür, düşünce özgürlüğü ve bireyin varoluşu konularına değinen Ray Bradbury’nin aynı isimle yayınladığı Fahrenhyt 451 romanı, 1966 yılında Fransız Yeni Dalga yönetmeni François Truffaut tarafından sinemaya uyarlandığında, toplum tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Kötülüğün ötesinde, gerçekte var olmayan fakat olasılığı uzak olmayan bu evren, yönetmenin kendine özgü başkaldırısıyla perdeye yansımıştır.

Film, doygunluğu öne çıkarılan canlı ve baskın renkli itfaiye arabasının göreve gitmesiyle başlar. Konusunu bilmeyen bir insan, bu görevi bir yangın söndürme üzerine olduğunu düşünebilecekken; asıl görev ihbar aldıkları eve gidip evin içinde kaloriferlere, televizyonlara saklanmış kitapları yakmaktır.

Eve girdikleri an, bir savaş edasında komut verilmiş askerler gibi kitapları hiddetle arar, bulur ve yakarlar. Kitaplar yanarken camlarda insanlar alevleri izlemekte, çocuklar meraklı gözlerle bakmaktadır ve itfaiyeciler, keyifle kazandıkları savaşı kutlarlar. Montag, Kaptandan terfi haberini alır, acımasızca yaktıkları kitapları arkada bırakıp yola koyulurlar.

Montag, donuk ve mutsuz insan suratlarıyla dolu trenle evine dönerken yanına kendini komşusu olarak tanıtan bir genç kız gelir; Klaris’in Montag’a duyduğu merak ve sorduğu sorular, hissizliğin ve yalnızlığın hükmettiği günlerde, bazı insanların hala düşünebildiğinin ve merak duygusunu canlı tuttuğunun göstergesidir.

fahrenheit 451
filmgrab

Kitap okumak neden yasak?

Klaris, 451 sayısının anlamını, itfaiyecilerin eskiden kurtarıcı olduğu duyumunun doğruluğunu sorgularken, sorduğu bir soruyla Montag’ı farklı bir dünyaya ve içine hapsolduğu zorbalık düzeninin dışına çıkmaya davet eder: ‘Kitap okumak neden yasak?’ Montag’ın yanıtı ise şudur: ‘Çünkü insanları mutsuz ediyor.’

Çünkü gerçek dünya, insanları mutsuz ediyor, yüzyıllar boyu tartışıldığı gibi, mutluluğa ulaşmanın temeli, bilmemektedir; düşünmemek, kayıtsız kalmak ve hiçbir şey hissetmemek. Bu kötücül dünyadaki hükümetin de amacı budur; kendi istemlerini dayatmanın ve yozlaşmış, robotlaşmış insanı yaratmanın tek yolu, onları teknolojiye ve haplara bağlı kılmak ve onları mutsuzlaştıracak her şeyin erişimini kısıtlamaktadır. Bu mutsuzluk sadece bireysel değil; toplumsal olarak denetimin sağlanamayacağı korkusunun temelinde yatan mutsuzluktur. Düşünce özgürlüğü, kişilerin ve toplulukların başkaldırıda bulunabilmesi, farklı fikirlerle düşünce dizeylerinin ve bilinçlerinin artması anlamına geldiğinden hükümet, bilgiye erişimi sınırlayarak, insanları düzenine göre biçimlendirmiştir.

Aile Tiyatrosu

Bu kayıtsız, ve yozlaşmış insanlardan biri de Montag’ın eşi Linda’dır. Plazmanın önünde, haplara bağlı olarak geçen bir ömür; kayıtsız, ilgisiz, uyuşmuş durumda, ruhsuz bir şekilde sürmektedir. Televizyonun revaçta olduğu ve önde gelen eğlence araçlarından olduğu dönemde, Lİnda televizyona bağımlı, boş ve ruhsuz bir kişiliğe dönüşmüştür, bir başka değişle yaratılmak istenen insandır artık.

Montag eve döndüğünde Linda ‘Aile Tiyatrosu’ adlı programı seyretmektedir. Montag’a gününün nasıl geçtiğini, neler yaptığını sormaz, bağımlılık etkisinde yayını seyretmeye devam eder. Öyle ki Linda yayına katıldığını zannetmektedir, ve ekrandaki kişileri akrabaları olarak görür. Gece yatmadan kulaklıkları takılı, televizyon açık bir şekilde, eşiyle iki kelime bile etmeye isteksiz şekilde uykuya dalar.

Rütbesi yükselen Montag, bir gün itfaiyeci adaylarına kitapların saklanma yerleri üzerine ders verirken, eşi Linda kullandığı haplardan baygın durumdadır. Eve hastane çalışanları geldiğinde Montag’a endişelenmemesi gerektiğini şu sözlerle iletirler: ‘biz günde onun gibi elli kişiyle ilgileniyoruz.’ İşte ilaçlar, insanları böyle etkisine almış ve sıradanlaşmıştır. Bağımlılık düzeyinde ilaç kullanımı insanların sinirlerini, duygu ve düşünce yapılarını etkisi altına alarak onları yavaş yavaş hasta etmektedir.

Fahrenheit 451
fotofilmgrab

Bunu da yakacağız

Yine bir görev, yine tarihe karışacak kitaplar. Her bir köşesi kitap kokusuyla kaplı evde Montag ve Kaptan, üst kattaki kitapları incelerken unutulmaz sözler kazırlar seyircilerin hafızasına. Kaptana göre, biyografiler, otobiyografiler, felsefe kitapları hepsi bir ego ve düşünce gösterisidir. Sağlık kitaplarını yakarak insanlara umut olduklarını söyler Kaptan; tüm kitapların bir saçmalıktan ibaret olduğunu söyler. Hitler’in Kavgam kitabını elinde tutup ‘Bunu da yakacağız der, ve gülümser.’ Montag ise, kimseye göstermeden, vicdanına ve işine ihanet ederek, Charles Dickens’ın David Copperfield’ın kişisel tarihi adlı kitabı yanına alır.

Kitaplarla dolu gösterişli evin sahibi yaşlı kadın, kitaplarının yakılacağını bildiği halde ne ateşmenlerden ne de alevlerden korkar. Evini terk etmeyi reddeden kadın, kitapların içinde onlarla kül olur. Montag ne kadar çabalarsa çabalasın, kadın, kitaplarındaki düşüncelerin, tarihin, ruhun yakılacağını bilerek hayatına devam etme gücünü bulamaz kendinde. Montag güçlükle evden çıkar. Küllerin içindeki bu kadının görüntüsü, Montag’ı derinden sarsacaktır.

Dün gece yaktığım kitaplardan birini okudum

Klaris’in sorusu, yanıtını bulmuştur. Montag dayanamaz ve bir kitap okur. Kitabın içinde kendi benliğini bulur Montag. Linda ise, eşinin bu halini hastalıklı bir köpeğe acıyan, ona yardım etmek isteyen bir insan gibi izler. ‘Bu kitaplar benim ailem Linda, söylesene, ilk ne zaman, nasıl karşılaştık hatırlıyor musun?’ Linda hatırlamaz; öfke ve korku dolu gözlerle bu tanımadığı adama bakar; Romanlar hastalıktır, sen zalim bir adamsın Montag!

Artık kitap okumaktan korkmayan Montag, Linda’nın arkadaşlarına da okur; onları korkunç bir şekilde rahatsız eder. Hepiniz hortlaksınız, yaşamıyor, nefes almıyorsunuz der. Bu zalim adamın konuşması, yozlaşmış kadınların korku içinde evden gitmesine sebep olur. Korktukları şey Montag’ın histeri hali mi, yoksa içten içe bildikleri boşluk hissi midir bilinmez. Benim fikrimce, korktukları şey yok saydıkları gerçekliğin yüzlerine bir tokat gibi çarpmasıdır. Bazı şeylerin yanlış olduğunu bilir insanlar, hisseder veya içten içe o yanlışlığın içinde hapsolur; fakat bu yanlışları bir başkasından duymaktan o kadar korkar ki, gerçeğin acımasızlığıyla yüzleşmek istemez, düşünmekten, kendilerini kaybetmekten korkarlar.

Bunlarla yaşayamam, seni terk edeceğim Montag

Linda, kendi eşini ve hayatının ‘en önemli’ parçasını, kendi elleriyle ihbar eder. Bavulunu toplayıp her şeyi arkada bırakır. Linda öyle hissiz, öyle yabancı bir insan olmuştur ki artık, yaşadığına dair tek belirti içine hapsolduğu korkularıdır. Bu baskıcı düzenin yarattığı en güzel örnektir Linda.

Montag, Clarissa ile konuşup, tüm arkadaşlarının evlerini kitaplarla donatıp bu düzeni içten bitirmek istediğini söyler. Onları ihbar edecek, ve evinde kitap olmayan hiçbir itfaiyeci kalmayacak, böylece düzen çökecektir. Fakat kendi eşinin ihbarıyla Montag’ın derslerde öğrettiği kitap saklama yerleri, birer birer açığa çıkar. Bugünkü görev, Montag’ın evindedir. ‘Biliyorsun, biz insanların mutluluğu üzerine çalışıyoruz, bu kitaplar sana ne vadeder ki?’ diye sorar Kaptan. Montag insanlara alevler saçarak onları kendinden uzaklaştırır, ve dumanların arasından sıyrılıp kaçmayı başarır.

Fahrenheit - 451
fotofilmgrab

Topluma karşı işlenen suç cezalandırıldı!

Tekdüze, kutu gibi evlerin yan yana dizildiği sokaklarda anonslar duyulur. Tüm ekranlarda Montag’ın fotoğrafları, havadan, karadan Montag’ı arayan ekipler ve kaçarak bin bir zorlukla kitap insanların yanına sığınan Montag.

Konum ve güç kaybetmemek uğruna, yetkililer Montag’ı yakaladıklarının haberlerini yayınlamaya başlarlar.

Montag kaçtığı yerde kitap insanları tanır, Sartre, Lord Byron, Jane Austen, Ray Bradbury ve daha niceleri bu insanlar tarafından anlatılır. Gezerek, hissederek okurlar kitapları. Kitapların kendileri olurlar ki kimse onları bulamasın, onlara zarar veremesin. Her bir insan, farklı bir görüşü, farklı bir dönemi temsil eder. Özgürce varolan bu kitaplar, karmaşa yerine huzuru ve topluluk bilincini getirmiştir; farklılıklardan doğan bir bütün vardır ortada.

Evet, biz bu kitapları öğreniyoruz. Fakat onları aklımıza kazıyoruz, kimsenin gelip bulamayacağı yere.

İşte böyle, Truffaut yönetmenliği ile taçlanmış Fahrenhayt 451, sadece bir zorba düzen eleştirisi değil, geçmişin ve geleceğin yok oluş hikayesidir. Truffaut ‘film severler hasta insanlardır’ der, film severler, okur ve yazarlar hasta insanlardır; sansüre, baskıcı düzenlere ve cehalete karşı savaş açan hasta insanlar.

Önceki İçerikKaranlıktan Aydınlığa Yolculuk
Sonraki İçerikSevgi de Yetmiyormuş
Düzce doğumlu Zehra Akyel, eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde sürdürmektedir. Edebiyata ve sinemaya yoğun ilgisi bulunan Akyel, sinema üzerine eleştiri ve araştırma yazıları yazmaktan büyük keyif alıyor. Çok iyi derecede İngilizce, iyi derecede Fransızca ve Abhazca bilmektedir.

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz