Değeri Sonradan Bilinen Sevmek Zamanı

‘…Ben senin resmine aşığım. Ben senin resmine değil de sana aşık olsaydım o zaman ne olacaktı? Belki bir kere bile bakmayacaktın yüzüme.’

Aklımızın derinliklerine kazınmış sözleri ve aşkın, ilahi ve en yalın halini işleyişiyle Türk sineması dendiğinde akla gelen ilk filmlerden olan Metin Erksan imzalı Sevmek Zamanı, 1966 yılında seyirciyle buluşmuştur. O günden beri unutulmaz söylemleri, zamanının ötesinde çekimleri ve usta yönetmenliğiyle akıllara kazınmıştır. Müşfik Kenter ve Sema Özcan’ın başrollerini üstlendiği bu zamansız başyapıtı özel kılan her ayrıntıyı, gelin birlikte inceleyelim.

Film yağmurlu bir İstanbul günüyle açılır. Hava kapalı, insanlara sessizlik hâkim ve ada, tüm bu kasvete rağmen güzelliğini korumakta. Halil, aşmamasını gereken bir duvardan atlayarak âşık olduğu resme kavuşma uğrundadır fakat bugün diğer günlerden farklıdır. Halil, bir yıl önce boyacılık yaptığı ve duvarında asılı olan resme aşık olduğu eve girer, perdeleri açar, sigarasını yakar ve bir kitabın satırlarına sığdıramayacağı güzellikteki kadının resmine dalıp gider. Halil sigarasını üfledikçe, resimdeki kadının bakışlarındaki derinlik, buğulu dumanlarla harmanlanır. Halil ilahi bir huzur içerisindeyken Meral, resmin sahibi, arkadaşlarıyla beraber evine gelir ve resim vücut bulur. Meral korkuyla sese doğru gider ve Halil bir şeyleri itiraf etmeye başlar. ‘Bu sana ait bir mesele değil, resminle benim aramdaki bir durum. Ben senin resmine aşığım. Resmin benim dünyama ait bir şey. Ben seni değil, resmini tanıyorum.’ İşte böyle, Halil’in belki en korktuğu şeyin adımları atılmaya başlanır. Bir surete duyduğu aşkı kaybetmenin korkusu Halil’in içini karartmaktayken, Meral’in ona karşı yavaş yavaş hisler beslemesiyle bu korku, Halil’i derinlemesine içine alır. Halil, sevgisinin yanındaki kaçınılmaz üzüntüyü yok saymaya çalıştıkça ona daha da yaklaşırken bulur kendini.

sevmek zamanı 1966

Ana kişilerden ayrı olarak Mustafa ustanın yalnızlığı ve Halil ile Meral aşkının gerçekleşmesine karşı duyduğu yoğun istek, karaktere karşı bazı bilgiler sunuyor. Bunların yanında, işlerini bitirdikten sonra dönüş yolculuğunda, ‘Her biten iş beni üzer Halil. Birkaç gün kaybolan bir beraberliğin acısı zehir gibi üzerime çöker. Biten bir işi ben ölüme benzetirim. Bu insan kızı ara Halil, sonra çok acı çekersin.’ Sözlerini döker. Bu sözler seyircinin aklında, yaşanmamış ihtimallerin, insanı ömür boyu kovaladığı gerçekliğini dışarı çıkarır. Belki de Mustafa, geçmişinde atmadığı adımların ve yaşayıp kaybetmekten korkup kaçtığı aşkının hüznüyle yalnız ve yaşlı bir adama dönüşmüştür. Yılların yorgunluğunu atmaktansa çalışır; belki geçimi için, belki yalnızlığından kaçtığı için. Onu sadece yalnızlığıyla görürüz, yaşayamadığı ihtimalleri bir başkasının yaşaması için uğraşırken görürüz.

Simgesel olarak duyulan aşk, yerini suretin sahibine bıraktığında, Halil’in karşısına toplumsal engeller çıkmaya başlar. Meral, zorluk görmemiş genç bir kızken; Halil boyacılık yaparak geçirir hayatını. Meral ve Halil’in sevgisinin saflığı toplumsal veya düzeysel ayrımları birleştirebilecek güçtedir; fakat ailenin sözü, güçlü baba varlığı aşklarına ilk zinciri vurur. Sahnelerde bu ayrımın örneklerini, kayalık sahnelerinde estetikle birleşmiş şekilde görebiliriz. Meral Halil’den daha üst seviyedeyken, Halil her zaman bir basamak bile olsa aşağıdadır. Filmin başında girmemesi gereken eve, adım atmaması gereken köşke ulaşmak için atladığı duvar, bu toplumsal dengesizliğin bir başka simgesidir.

Başar ise Meral’in babasının kızına yakıştırdığı, yapı ve düzey olarak dengede olan bir aileden gelen biridir. Sonunda korkulan olur. Resmine aşık olduğu kadına kendini bırakmış, fakat kendini onda kaybetmiştir Halil. Belkiler ve keşkeler artık gerçeklerle değişmekteyken, Meral beyazlar içinde Başar ile hayatını birleştirirken; Halil aşık olduğu resmi ve gelinlik giydirilmiş plastik mankeni yanına almış bir şekilde, geri dönülemez bir yola girmişlerdir.

Düğünlerinden bizlere sunulan tek sahnede arkada gölgeleri görürüz ve bu bize hem Metin Erksan sinemasının büyüsünü; hem de Meral ve Halil’in arkada bıraktığı gölgenin onları hala kuşattığını sunar.

Artık hiçbir şey onları birleştiremeyecekken, yalın ayakları ve aşklarının saflığıyla Meral, Halil’e kavuşmak için son bir kez daha her şeyi göze alır. Halil, artık yalnızlığıyla bütün olmuş bir adam olarak, kayığıyla her şeyi arkasında bırakmaya doğru açılır. Gerçeklerin acımasızlığının yarattığı dayanılmaz hüznü, kayığıyla ilerledikçe aştığı sularla arkasında bırakmaya başladığı noktada Meral’in gölgesi bir anda arkasında belirir. O an iki âşık, içlerindeki hüznün ve yalnızlığın kesişmesiyle son defa göz göze gelir, son defa yan yana olur, son defa el ele tutuşurlar. Mustafa yine orada, onların mutluluğuna tanık olmaktayken film; o akıllara kazınan, acıklı sonla kapanır. Yerinel olarak, o son, belki de sınıfsal ayrımların hiçbir zaman birleşemeyeceğini, siyah ve beyazın yarattığı grinin buğusunda kalıp yok olacağını simgeliyor izleyiciye.

Masumca, dokunmadan, tanımadan bir insana duyulan aşkın en güzel örneklerindendir Sevmek Zamanı. İlâhi boyutta bir surete âşık olmak belki de sevginin en temiz ve en pürüzsüz haliydi, Halil işte bu yüzden sevgisinin kirlenmesini istemiyordu. Tüm güzel düşüncelerinin sebebinin, yine aynı düşüncelerinin katili olmasını istemiyordu. Halil’in ruhunun naifliği, gerçekliğin hiç kimseye izin vermeyeceği aşkı ona bahşetmişti. ‘Sana dünyada hiçbir erkeğin hiçbir kadını sevemeyeceği kadar aşığım. Sana aşık olarak kalmak istiyorum. İşte hepsi bu kadar.’

Sayısız zorlukla çekilmiş, alışılagelmedik senaryosu ve çekimiyle Türk sinemasına bir yenilik getirmiş ve değeri çekiminden bir süre sonra bilinen Sevmek Zamanı, sevginin saflığının gerçeklerle karşılaştığında kirlenişini ve de bir girdaptaymışçasına insan ruhunun bir karanlığın içine çekilişini anlatır. İnsanların yalnızlığının, hüznün temelinin ve ruhun içsel çatışmasının sinemaya kusursuzca yansıyışıdır Sevmek Zamanı.

Önceki İçerikKristof Kişlovski’nin Renk Üçlemesi
Sonraki İçerikKim Deli Taklidi Yaparak Akıl Hastanesine Yatmak İster?
Düzce doğumlu Zehra Akyel, eğitimini Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Amerikan Kültürü ve Edebiyatı bölümünde sürdürmektedir. Edebiyata ve sinemaya yoğun ilgisi bulunan Akyel, sinema üzerine eleştiri ve araştırma yazıları yazmaktan büyük keyif alıyor. Çok iyi derecede İngilizce, iyi derecede Fransızca ve Abhazca bilmektedir.

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz