MACERA, GECE, BATAN GÜNEŞ
İletişimsizlik Üçlemesi, 1960 yapım olan Macera ile başlamaktadır. Film Anna’nın, Anna’nın nişanlısı Sandro’nun ve Anna’nın yakın arkadaşı Claudia’nın, prenses Patrizia’nın vermiş olduğu bir yat patisine gitmeleri ile başlamaktadır.
Yat partisi sırasında bir volkanik adaya çıkarlar. Burada Anna, Sandro ile olan ilişkisi hakkında karamsar düşüncelerini dile getirir ve Sandro’ya ilişkilerini bitirmek istediğini belirtir. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra ise adada bir fırtına başlar ve herkes yata dönmeye karar verir. Ancak Anna ortadan kaybolmuştur. Bunun üzerine herkes adada Anna’yı aramaya başlar. Ama Anna’ya ilişkin hiçbir şey bulunamaz ve adadaki arama sona erer.
Bu arama süreci içerisinde ise Claudia ve Sandro arasında bir çekim oluşmaya başlar. Bir yandan Anna’yı ararlarken bir yandan da birbirlerine olan hislerini anlamaya başlayan ikili, gittikçe bu arayıştan uzaklaşmaya başlarlar. Burada artık bir arayışın öyküsündense bir aşk öyküsüne tanık olmaya başlarız. Anna artık ikinci plandadır ve Sandro’da Claudia’da artık aralarındaki ilişki üzerine yoğunlaşmıştır. Tabi bu ilişki de Claudia’nın Sandro’yu başka bir kadınla görmesiyle karamsar bir hal alır.
Filmin sonunda ne biz olanları açık bir şekilde anlayabiliriz ne ikilinin geleceğine dair bir çıkarım da bulunabiliriz ne de Anna bulunabilir. Böylelikle sinemanın klasik anlatım biçimlerini yıkarak oluşturduğu bu ilk filminde Antonioni, filmin başından sonuna kadar belirsizlikleri ön planda tutar ve neden sonuç ilişkisini irdelemez.
İletişimsizlik Üçlemesi’nin ikinci filmi ise yapım yılı 1961 olan Gece’dir. Film Milano’nun enerjik görüntüsünden hastaneye geçişle başlar. Filmin ana karakterleri olan Giovanni ile Lidia, buraya arkadaşları Tomasso’yu ziyarete gelirler. O gün, mutlu çift görünüşlerini sorgulamalarını da beraberinde getirir. Hastane çıkışı roman yazarı olan Giovanni’nin yayıncısının partisine giderler. Lakin Lidia orada kalamaz ve Milano’nun sokaklarında dolaşmaya başlar.
Bu sahne Cardullo’nun da belirttiği gibi Antonioni’nin tarzını anlamamız adına önemlidir. Çünkü Lidia’nın sokaklarda gezdiği tüm sahnelerde birçok beklentiye gireriz ve ön çıkarımlarda bulunuruz. Ama beklediğimiz hiçbir şey gerçekleşmez. Bu açıdan biz karakterlerin geleceğini tahmin edemeyiz.
Filmin ilerleyen sahnelerinde ikili tekrar bir partiye katılırlar. Parti boyunca birbirlerine gittikçe yabancılaşmalarına tanık oluruz. Filmin sonuna doğru ilişkileri hakkında umutsuzluğa düşen çift ne kadar birbirlerine yabancılaştıklarını biliyor olsalar da birbirlerine hala aşık olduklarını kanıtlamak istercesine yakınlaşırlar. Ama tüm o yakınlaşmaya rağmen biz ikisinin arasındaki aşkın tükendiğini anlarız. Böylelikle Antonioni birbirine yabancılaşan bir çiftin hikâyesini, duyguların değişebilirliğine vurgu yaparak bizlere anlatır.
Üçlemenin son filmi ise 1962 yılı yapım Batan Güneş’dir. Antonioni bu filminde bir kez daha yabancılaşmaya vurgu yapar. Film Vittoria’nın sevgilisinden ayrılması ve borsacı olan Piero ile tanışmasıyla başlar. Çok geçmeden ikilinin birbirlerinden etkilenmeye başladığını görürüz. Lakin kendini borsaya kaptıran Pierro’nun, aşka bakış açısı bile bu bağlamda biçimlenmiştir.
Antonioni’nin de dediği gibi bir süreden sonra her şey onlar için anlamını yitirmeye başlar ve filmin başında sevmediği adamdan ayrılan Vittoria bu sefer sevdiği adamdan ayrılır. Filmin sonunda ise buluşmak için anlaştıkları sokağın boş görüntüsü ile bu durum bize anlatılır. Böylelikle Antonioni günümüz dünyasının kadın ve erkeğinin daha yeni başlamışken sönüp giden ilişkilerini bize aktarır.
Bu açıdan İletişimsizlik Üçlemesi onun sinema anlayışını anlamamız adına önemli bir yere sahiptir. Çünkü üç filmde de Antonioni sinemasının genel özelliklerini görebiliriz. Bu genel özellikleri ise dört farklı çerçeveden ele alabiliriz.
İlk olarak Emrah Kurt’un da dediği üzere İletişimsizlik Üçlemesi’nin bireyin kendi iç çatışmasını fiziksel çevrenin çerçevesinde yansıttığını görürüz. Bu durum onu İtalyan Yeni Gerçekçiliğinden ayırarak, onun sinema da yeni bir bakış açısını göstermesini ve Sanat Sineması içerisinde yer almasını sağlamıştır.
İletişimsizlik Üçlemesinde Antonioni bizlere böylelikle insanlar arasındaki iletişimsizliği, yabancılaşmayı, dünyadaki endüstrileşmeyi, insan duygularının güvenilemezliğini ve modern dünyayı, karakterlerin iç çatışmalarını anlatmaktadır. Ayrıca burada aşkın sürekliliğinin olmayışı da vurgulanmaktadır.
Çünkü Antonioni’ye göre modern dünya ile birlikte kadın ve erkek birbirlerine karşı yabancılaşmaktadır. Bu şekilde üçlemede verilmek istenen asıl mesaj doğaya daha yakın kalabilen kadının ve modern yaşamdan daha çok etkilenen erkeğin dünyalarının farklılaşmaya başlamasıdır. Bu durum ise bireyler arasındaki iletişimsizliği beraberinde getirmektedir.
İkinci olarak Antonioni’nin çektiği filmlerde tekniklerin kullanılma amacının gerçekliği ifade etmek olduğunu söyleyebiliriz. Filmlerine baktığımızda ise bu gerçekliği göstermek adına daha çok uzun ve kaydırmalı planları tercih ettiğini görebiliriz. Ayrıca kamera çoğunlukla ilk önce karakterlere sonrasında da karakterlerin çevresi ile olan ilişkilerine odaklanmaktadır.
Ayrıca İletişimsizlik Üçlemesi’ne baktığımızda müziğe fazla yer verilmediğini fark ederiz. Bu açıdan Antonioni üçleme de görme duyusunu daha çok vurgulamaktadır. Öyle ki kendisi de verdiği röportaj da görüntülerin müziğe gereksinim duymaksızın kendilerini ifade etme gücü olduğunu söylemiştir.
Üçüncü olarak ise İletişimsizlik Üçlemesi’ne baktığımızda klasik anlatım sinemasının özelliklerinin yıkıldığını görmekteyiz. İlk olarak üç filmde de filmin sonu ön plana çıkmamaktadır ve sonlar açık uçlu bir biçimde bitmektedir. Böylece anlatımın sonlanmadığı bir biçim oluşturulması sağlanmıştır. Bu ise biz izleyicilerin film bittikten sonra bile film üzerine yoğunlaşmamızda etkili olmuştur.
İkinci olarak, üçlemeye baktığımız da neden sonuç ilişkisinin de pasif olarak var olduğunu görürüz. Bu nedenselliğin arka plana atılma durumu ise genellikle kadın erkek ilişkilerinin tasvirinde oluşmaktadır. Böylece Antonioni hem filmlerindeki belirsizliklere daha ön plana çıkarabilmiş hem de kadın erkek ilişkilerindeki süreksizliğin sıkı sıkıya nedenlere bağlı olmadığı fikrine de ulaşabilmemizi sağlamıştır. Tüm bunlar ise klasik anlatım biçimlerinin göz ardı edildiğinin göstergesidir.
Son olarak karakterlere baktığımızda ise psikolojik bakımdan karmaşık bir yapıda olduklarını görürüz. Bu durum ise gerçeği yansıtmak isteyen Antonioni’nin gerçekçi karakterler oluşturabilmesini sağlamıştır. Ayrıca filmlerine karakterler bağlamında baktığımız da erkeklerin daha zayıf kadınlarınsa daha güçlü ve bağımsız karakterler olarak tasvir ettiğini görürüz. Antonioni bu durumu şu sözlerle anlatmaktadır: “Toplumda değer ölçütleri sonsuz değildir. Sürekli değişir. Erkeklerin zayıflığına gelince; ülkemde çoğunlukla görülen bir durumdur. Kadının hayattan çok şey istemesini ise hayatta, organik açıdan tam olarak tatmin edilememesinin olanaksızlığına bağlamak gerekir. Beni ilgilendiren, kadının psikolojisinin süzgecinden geçen insancıl olaylar, duygulardır.” Bu sözlerden da anlaşıldığı üzere Antonioni filmlerinde biyolojik yönleriyle doğaya daha yakın kalan, erkeklere nazaran moderniteden daha az etkilenen kadını ön plana çıkararak, filmlerini daha çok kadınların bakış açısı ile şekillendirmiştir.
Böylece Michelangelo Antonioni ötor bir yönetmen olarak sinemaya dair kesin kalıplara konulamayan bakış açısını bizlere sunmaktadır. Bu bakış açısını anlayabildiğimiz en önemli eserlerinden biri ise İletişimsizlik Üçlemesi olarak anılan film serisidir. Antonioni bu yapıtı ile yabancılaşmayı, erkek kadın arasındaki tutarsızlıkları, toplumun sürekli bir devinim içerisinde olduğunu, sanayileşmenin ve modern toplumun yansımaları gibi birçok farklı konuyu bizlere gerçekçi ve kalıpların dışına çıkan bir biçimde anlatmıştır. Bu şekilde ise gerek İletişimsizlik Üçlemesi gerekse diğer filmleriyle sinema tarihinin unutulmaz yönetmenleri arasında yer almaktadır.