“Eski İstanbul’da” Hüzünlü Bir Sevi
Vesikalı Yarim, Lütfi Ömer Akad’ın, zannediyorum, en beğenilen filmlerinden biridir. 60’lı yılların yarattığı toplumsal yapının gölgesinde, “Eski İstanbul’da” geçen hüzünlü bir aşk hikayesi. Bu filmi, hikayesi ve hikayeyi anlatımındaki başarısından dolayı çok beğeniyorum.
Manavlık işini icra eden Halil, bir akşam arkadaşları ile eğlenmeye gider ve orada aşık olacağı kadın olan Sabiha ile karşılaşır. Abartılı bir anlatısı olmayışı ile bilindik Yeşilçam sinemasından ayrı tutulan filmde, uçlardaki imgeleri sade bir dil ile anlatmayı, yönetmen Lütfi Ömer Akad başarmış ve uzun soluklu bir aşk hikayesini bizlere aktarmıştır.
Bu hikayeyi uzun soluklu yapan elbette Halil’in aşkında olan ısrarıdır. Bir türlü vazgeçmeyen ve sürekli Sabiha’yı eğlence mekanında görmeye giden Halil sonunda Sabiha’yı ikna eder ve karşılıklı olarak aşk yaşamaya başlarlar.
Bu kısımda seyirci kişileri tanımaya başlamıştır, günlük hayatlarına dair bir fikir edinmişlerdir ve kafalarında bu ilişkinin nasıl yürüyeceğine dair soru işaretleri oluşmaya başlamıştır. Çünkü Halil manavdır. Durumu çok iyi değildir, üstelik dükkanı babasının üstünedir.
Sabiha ise konsomatristir. Eğlence mekanlarında erkeklerin masalarına meze olan bir kadındır. Böyle bir aşk nereye kadar devam eder? Halil bu şekilde arkadaşlarının, babasının yüzüne nasıl bakar?
Cevabını Halil’in hayatına dair edindiğimiz bir bilgi veriyor bize. Halil aslında evli ve iki çocuk babası olan bir kişidir. Buraya kadar gelen noktada görüyorduk ki Halil işinde gücünde bir erkek iken Sabiha’ya aşık olmuş ve aşkında ısrarlı olup Sabiha’yı da kendine aşık etmiştir.
Şimdi görüyoruz ki Halil büyük bir yanlışın içindedir ancak hepimizin içindeki romantik yanı da cesurca hayata geçirmiştir. Filmin başlarında nasıl olacak bu iş diye sorguladığımız bu aşk hikayesi artık çözülemez bir düğüm haline gelmiştir.
Filmin bu bölümlerinde seyirci olarak bizler, Halil’in evli olduğunu bilsek de Sabiha, Halil’e o kadar bağlanmıştır ki onun evli olduğuna bir türlü inanmaz. Bu süre içerisinde konsomatrislik işine de ara vermiştir Sabiha, çünkü Halil onu kıskanmaktadır, Halil’e ekonomik anlamda da bağımlı hale gelen Sabiha’nın içine bir kere düşmüş olan şüphe onun içini yer durur. Sabiha da bu şüphenin peşine takılmaktan geri durmaz.
Filmin sonlarına doğru ise Halil’in evli olduğu şüphesinin peşine takılan Sabiha, sonunda gerçeği öğrenir ve Halil’i bırakıp eski işine geri döner. İkisinin de yakasını bırakmayan aşk karakterleri defalarca kez birbirine yaklaştırıp uzaklaştırır, birçok olay yaşanır bu süreçte ve geriye büyük aşkın kırıntıları kalır yalnızca.
Halil de artık eski işine geri dönmüştür. Babasının dükkanında manavlık yapmaya devam etmektedir. Eşine ve çocuklarına da geri dönmüştür. Bu manzaraya ise filmin sonunda son bir umutla Halil’e giden Sabiha şahitlik etmektedir.
Halil’in onu iknası ile başlayan bu aşk Sabiha’nın yaşadığı hayattan vazgeçmesi ve elinde hiçbir şeyi kalmamış bir halde kalıncaya dek aşkının peşinden gitmesiyle film son bulur.
Safa Önal‘ın yazdığı bu duygusal öykü, çok başarılı bir temele oturtulmuş, çok sağlam bir şekilde kurulmuş, düğümlenmiş ve çözümlenmiştir.
Lütfi Ömer Akad’ın da sade anlatımı ile hikaye çok rahat bir şekilde seyirciye geçmiştir.
Film bittiğinde ise beni rahatsız eden şeyin Halil’i kabul eden eşi olduğunu aklımdan çıkaramıyorum. Filmde ne Sabiha ne de Halil doğru işler yapmamışken ben tutup ona kızıyorum.
Bugünkü koşullara göre değerlendirdiğimde güçsüz, ezik bir kadın iken o günün koşulları içerisinde değerlendirdiğim de tek suçu suçsuz olmak olan bir kadın görüyorum. Bu beni oldukça rahatsız ediyor.
Hele onu ve çocuklarını bırakıp gitmesine rağmen Halil geldiğinde sorduğu o soru: “Aç mısın?”
Hepimiz açız.
Hem güzel insanlara, hem de güzel filmlere…