“BEN DANSÇIYIM”

İkilikleri bulanıklaştıran, belirsizliğin hükmettiği bir film “Siyah Kuğu”. Siyahın ve beyazın, denetimin ve esnekliğin, kendimizin ve ötekinin dans ettiği ve yer yer birbirine karıştığı bir film.

Yönetmen Darren Aranofski’nin aklına bu hikaye için ilk tohum, Dostoyevski’nin “Öteki” adlı yapıtını okuyunca gelmiş. Adamın teki bir gün uyanıyor, kendisine tıpatıp benzeyen birinin, yani “tıpkısının aynısı”ının adım adım nasıl hayatını devraldığını görüyor. Aranofski daha sonra Kuğu Gölü’nün filmde de konusu geçen acıklı hikayesini duyuyor, ki bence “Öteki”den çok da farklı değil konu bağlamında. Kendisi de öyle düşünmüş olacak ki, bu iki esin tohumu aklında birleşip fide vermiş ve ortaya bizim bildiğimiz haliyle “Siyah Kuğu” çıkmış. Filmin önemli bir esin kaynağı bale olunca, müzik ve ses ögelerinin filmin can alıcı bir kısmını oluşturması da kaçınılmaz oluyor dolayısıyla.

Yeniden Bestelenen Müziğin Temel İşlevi

Klint Mansel’in film için Çaykovski’nin bestesi üzerinde yaptığı değişiklikler ile yeniden bestelediği müziğin, film özelinde temel işlevi, Nina’nın bilinçdışına bir ayna tutmak ve dönüşümüyle doğrudan bir koşutluk sunmak. Aranofski’nin başlarda belirlediği tür, sahnenin arkasına geçip bale dünyasına ve beraberinde gelen zorluklara ışık tutması sebebiyle belgesel gibi görünse de, Nina’nın bakış açısıyla hem ruhani hem de bedensel bir çeşit dönüşüm sürecine tanıklık ediyor aslında. Bu noktada, tinsel korku/gerilim türüne eğilim gösteren filmdeki gerçeküstü tonu ise müzik ve ses etkeleri ile sağlıyor.

Siyah Kuğu – 2010

Mansel, önceki yapımlarda da birlikte çalıştıklarından yönetmenin derdini, Çaykovski’den hareketle ortaya koymaya çalıştığı dönüşümün hikayesini anlamakta zorluk yaşamadığını söylüyor. Neden bale diye sorulduğunda, Aranofski “ortaya konulan eziyet ve gayretin sahnede kusursuz bir gösteriye dönüşmesi”nin seyirci için oldukça tatminkar bir deneyim olduğundan bahsediyor bir söyleşisinde. Sınırları her anlamda zorlayan bir çaba sonucu meyve veren bu sürecin, tam aksine zarafetle, çabadan yoksun, dansçı için çok kolay bir işmiş gibi gösterilmesi, kaçınılmaz olarak beraberinde bedensel ve ruhsal yorgunluğu getiriyor.

Beyaz Kuğu Kim?

Ana kişilik Nina için ise, bu daha da zorlayıcı, çünkü iş hayatında yaşadığı, artık alışılagelmiş kabul edilen bu duruma bir de kişisel kimlik arayışı ekleniyor. Kuğu Gölü balesinde, geleneksel olarak siyah kuğu ve beyaz kuğu aynı balerin tarafından oynanır. Son derece zor bir iş, çünkü aynı anda iki zıt kutup olmak gibi bir şey. Peki beyaz kuğu kimdir? Saf, masum, ve hassas kadın. Nina’nın kendisi de annesinden ve yetiştirilme tarzından dolayı bu kök imgenin vücut bulmuş hali gibi. Saflığı genellikle çocuklukla ilişkilendiririz kültürel olarak. Nina’nın annesi de düzenli bir şekilde kızını, hala çocukmuş gibi bir muameleye maruz bırakıyor. Güzel, canlı renklerle ve oyuncak hayvanlarla dolu odası, örneğin, dokuz yaşındaki bir çocuğunkinden farklı değil. Annesi odasından kıyafetlerine, hatta cinselliğine dek, özetle hayatının hemen hemen her alanında denetim sahibi. Öyle ki, Nina’nın en azından filmin ilk yarısında, bedensel özerkliği yok denecek kadar az.

Ne var ki, doğasındaki naiflik gereğince beyaz kuğunun, bu yönlendirilen gölgeden habersiz olması gerekir. Nina da aynen bu şekilde davranır, yaşamda bir sorunla karşılaştığında sorunlarının temeli olan annesine koşar, teselli için. Bu yüzden Toma’nın da filmde söylediği gibi, beyaz kuğu olmak Nina için bir zorluk teşkil etmiyor. Ne var ki yaşamı boyunca yalnızca bu yönü teşvik edilse de, Nina, belleğinin derinliklerinde, aslında bundan çok daha fazlası olabileceğinin, içindeki siyah kuğunun farkına varıyor zamanla. Bilinçdışında uyku halindeki bu siyah kuğu ara sıra, özellikle tetiklendiği zaman, yüzeyde beliriyor. Bu dışsal tetiklemeler ise Lili ve Bet olarak karşımıza çıkıyor.

Siyah Kuğu Kim?

Peki, sahnede mükemmelliğe erişmesi için olması gereken Siyah kuğu kim? Baştan çıkarıcı, şeytani, ahlaksız bir kadın- kadının cinselliğine duyulan korkudan türemiş yine kök bir imge; Nina’nın görünürde taban tabana zıttı bir kişilik. Nina benliğini keşfetmek için çabaladıkça, “tıpkısının aynısı”, yani görsel ikiz, gittikçe baskın bir kavram olarak karşımıza çıkmaya başlıyor. Annesinin olmasını beklediği kişiliği ile bu karanlık, şeytani kadını ayrıştırıyor zihninde ve onu diğer insanlarda görmeye başlıyor. Seyircinin Nina’nın zihnine göz atma fırsatı bulduğu anlar, görsel ikizini görmesi ile başlıyor, ve bu noktada film belgesel olmaktan çıkıyor.

Siyah Kuğu – 2010

Filmin ses tasarım ekibinden Brayın Emrih, bu anlarda seyircinin bir şeylerin ters gittiğinden, Nina’nın artık güvenilir bir anlatıcı olmadığından haberdar olması gerektiğini, dolayısıyla bu sahneleri birbirine bağlayan ortak bir etmen bulmaları gerektiğinden bahsediyor. Diğer sahnelerden topladıkları kıkırdama ve nefes alma seslerini, ürkütücü bir ses efekti ile biçimlendirip birleştiriyorlar. Bu elde ettikleri yeni sesi, Nina her ikizini gördüğünde veya içindeki siyah kuğu dışarı çıkmak istediğinde kullanıyorlar. Bu şekilde olayın bir görsel ikizden öte, aklın ve sanrının bir ürünü olduğu vurgulanmış oluyor. Ses ile bir örüntü oluşturulan bu sahnelerde, Nina kendinden her şüphe ettiğinde diğer kadınlarda, gölgelerde, aynalarda ikizini görüyor. Kimi zaman ise yalnızca duyuyor. Toma’nın işyerine, Beth’in rujunu sürüp girdiğinde, örneğin. Çok ince ve anlık bir ses, fakat siyah kuğunun ilk göstergelerinden biri.

Gerçeklik Algısının Kaynağı Lili

Önünde bir engel gibi gördüğü, adeta doğuştan bir siyah kuğu olan Lili, dönüşümünü tamamlamasına yardımcı olan en önemli etkenlerden biri. Nina ona büyük bir hayranlık besliyor, ama onun dünyasında hayranlık, pek kalıcı bir kavram değil ve hızla kıskançlığa dönüşüyor. Kendinde eksikliğini duyumsadığı şeyin bir temsili olarak gördüğü Lili’yi önünde sürekli bir tehdit olarak görmeye başlıyor. Bu yönüyle ilginçtir ki, Lili, onun hem olmak istediği kişi, hem de tüm zihinsel ıstırabının tetikleyici etkesi. Nina’yı önce bir karabasana sürüklüyor, fakat neyin gerçek neyin hayal olduğunu da Nina sonunda onun sayesinde öğreniyor. Dolayısıyla Nina’nın gerçeklik algısı tamamen Lili etrafında dönüyor denilebilir.

Siyah Kuğu – 2010

Lili ile birlikte gittikleri gece kulübü fikrimce, Nina’nın kimlik bunalımının tepe noktaya ulaştığı sahne. Tanıştıkları bir adamın “kimsin?” sorusuna, adını söylemek yerine “Bir dansçıyım” şeklinde cevap veriyor. Nina kimliğinden tamamen sıyrılmasıyla artık bir dansçı olarak tanımlıyor kendisini: Nina değil, bir dansçı. Bir dansçı olarak kim olduğunu açıklayabilir, ama “Nina kim?” diye sorulsa, muhtemelen yanıtsız kalır.

Dönüşümün Tamamlanması

Gece kulübünün yüksek sesli, loş, karmaşık ortamı denetimci, disiplinli Nina için yeni bir deneyim. Bir de buna uyuşturucu eklenince, zihni bir anda serbest kalıyor ve izleyici, aklının çıplak bir fotoğrafını görüyor adeta. Kargaşanın içinde annesi de dahil herkesi tek tek görmeye ve duymaya başlıyor. Onu bu zihin yanılmasından çekip gerçekliğe döndüren ise yine Lili. Sonrasında, sadece kafasının içinde bile olsa, onun varlığından duyduğu garip bir güç ile annesine karşı gelmeyi başarıyor ve cinselliğini keşfedebiliyor. Bu yeni bilinç ve artan farkındalık, her ne kadar sahte, gerçeklikten uzak olursa olsun, onu son dans sahnesine kadar takip ediyor. Böylelikle Lili, Toma, Bet ve annesinin, kırılan kemiklerin ve tırnakların, dökülen kan ve terin ardından, kısa adımlarla da olsa dönüşüm tamamlanıyor.

Yalnızca “mükemmel” olmak isteyen Nina, bunu gerçekten de başarıyor. Lakin, onun dünyasında gri diye bir kavram yok, denge yok, bulanıklığa yer yok. Siyah ve beyaz aynı bedende bir arada durması onun için mümkün değil. Tıpkı Kuğu Gölü’nün sonunda, prens ne kadar özür dilese de geçmişin değişemediği, hiçbir şeyin geri getirilemediği ve beyaz kuğunun ölmesi gerektiği gibi, Nina için de aynısı söz konusu. Çaykovski’nin beyaz kuğusu için nihai ölüm bir yenilginin göstergesiydi, fakat Nina için bu bir zafer olabilir mi? Bana kalırsa öyle.

Yorum

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen adınızı buraya giriniz